Yazının Kurtarıcı Hafızası Kidlin Yasası Üzerine
Bir problemi yazmak, bazen onu çözmekten bile daha zordur. Çünkü yazmak, kaçtığın şeyi yüzüne çağırmaktır. Sözcükler, inkârın perde arkasına sızar; duyguları, toplumsal çürümeyi, kişisel korkuları görünür kılar. Kidlin’in söylediği gibi: “Eğer bir sorunu açık ve net biçimde yazabiliyorsan, onu yarı yarıya çözmüşsündür.”
Bir problemi yazmak, bazen onu çözmekten bile daha zordur. Çünkü yazmak, kaçtığın şeyi yüzüne çağırmaktır. Sözcükler, inkârın perde arkasına sızar; duyguları, toplumsal çürümeyi, kişisel korkuları görünür kılar. Kidlin’in söylediği gibi: “Eğer bir sorunu açık ve net biçimde yazabiliyorsan, onu yarı yarıya çözmüşsündür.”
Belki de mesele, çözmekten çok — yüzleşmeye cesaret etmektir. Toplumların çoğu, kendi sorunlarını yazamadığı için tıkanır. Dilsizleşen toplum, duyguların, adaletsizliklerin, çelişkilerin yalnızca söylenti olarak dolaştığı bir labirente dönüşür. Söylenir ama yazılmaz, konuşulur ama kayda geçmez. Bu yüzden hiçbir şey değişmez; çünkü yazılmayan her şey unutulmaya mahkûmdur.
Bir ülke, kendi problemlerini yazmaya başladığında olgunlaşır. Bir birey de öyle. Yazmak; karmaşayı biçime, öfkeyi bilince, korkuyu sorumluluğa dönüştürür. Yazı, yalnız bir düşünce değil — bir duruştur. Bir tür “ben buradayım” deme biçimidir. Tarih boyunca bütün dönüşümler, önce bir cümleyle başlamadı mı? Belki de çözüm aramak, en başta yazıyla bir alan açmaktır. Bir masa, bir defter, bir kalem…
İşte o anda, sorun dışsallaşır; artık seni esir eden değil, senin üzerine düşünebildiğin bir şeye dönüşür. Kidlin Yasası’nın söylediği şey tam da budur: Netlik, özgürlüktür. Bir toplumun yazamadığı problemleri, tarih onun yerine yazar. Ama o satırlar genellikle geç kalınmış itiraflardır.
O yüzden bugün, herhangi bir sorunla karşılaştığımızda belki ilk yapmamız gereken şey şu kadar basit: O sorunu yazmak. Açıkça, dürüstçe, korkmadan. Çünkü bazen bir kalem, bir toplumu yeniden başlatabilir.