Taşa Ruh Üfleyen Kadın
Senlis’in dar sokaklarında yürürken zamanın duvarlarda asılı kaldığını hissedersiniz. Taş evlerin serinliği, gotik bir katedralin gölgesine düşer. Bu taşların arasında, unutulmuş bir kadının elleriyle şekil verdiği bir hayat yatar: Séraphine Louis, bilinen adıyla Séraphine de Senlis. Fransa’nın kuzeyinde, 1864 yılında doğan bu kadının yaşamı, sıradan bir temizlikçi kadınının portresine sığdırılamayacak kadar büyüktür. O, yoksulluğun içinden çıkıp, iç dünyasını resimlerine akıtan, kimselerin anlam veremediği bir tutkuyla geceleri mum ışığında çalışan bir naif ressamdır. Ama ondan bir sanatçı diye söz etmek eksik kalır; Séraphine, doğayla kurduğu mistik bağın, acının ve yalnızlığın suretidir.

Yalnızlığın Yüzüdür o.. Séraphine’in Dünyası..
Séraphine daha altı yaşındayken annesiz kalır. Babası bir süre sonra onu da terk eder. Bir manastıra sığınır çocukluğu. Orada çalışmayı, sessizliği, dua etmeyi ve doğayı gözlemlemeyi öğrenir. Bu erken yaşta, hayata karşı boyun eğmeyi değil, içe dönmeyi seçer. Kalabalıklara değil, yaprakların titremesine, rüzgârın sesine ve renklerin gizine kulak verir. İlerleyen yıllarda hizmetçilik yapmaya başlar. Temizlediği evlerdeki tabloları izler, ama hiçbir zaman onlar gibi yapmaz. Onun tuvallerinde, Tanrı’yla konuşan ağaçlar, çiçekler, melekler ve sonsuz bir titreşim hâlinde doğa vardır. Renkleri kendi yaptığı boyalarla, kanla, toprakla, kiraz suyu veya balmumuyla yoğurur. Séraphine, doğayı taklit etmez, onun iç sesi olur.
Kim Fark Eder Karanlıkta Açan Çiçekleri?
Onun fark edilme hikâyesi, hem şiirseldir hem trajik. 1912 yılında, Almanya’dan Fransa’ya gelen sanat koleksiyoneri Wilhelm Uhde, bir gün bir evde temizlikçi olarak çalışan Séraphine’in resmini görür. Hayretle bakar: Bu kadın, hiçbir eğitim almadan, hiçbir akımın etkisinde kalmadan, neredeyse mistik bir iç görüyle naif sanatın en özgün örneklerinden birini yaratmaktadır. Uhde onu desteklemeye başlar. Séraphine, ilk kez biri tarafından ‘görülmenin’ ne demek olduğunu hisseder. Resimleri sergilenir, övülür, Paris’te sanat çevreleri onun adını konuşur. Fakat bu yıldız anı kısa sürer. 1930’larda ekonomik kriz Uhde’nin Fransa’dan ayrılmasına neden olur. Desteksiz kalan Séraphine, hızla düşer: Sanrıların, yalnızlığın ve zihinsel çöküşün içine…
Akıl Hastanesinde Unutulan bir başkası daha..
1932’de, Séraphine Saint-Denis’teki akıl hastanesine yatırılır. Resim yapması yasaklanır. Bir zamanlar tuvalleri çiçek cennetine dönüşen kadın, beyaz duvarlar arasında suskun bir hayalete dönüşür. 1942’de, kimse fark etmeden, açlıktan ölür. Mezarının yerini bile bilen yoktur.
Edebi Bir Sessizlik…
Trajik, sessiz ve şiirsel. Onun yaşamı, taş bir şehirde, kilise duvarlarının gölgesinde büyüyen bir kadının ilahiye benzeyen sanatıyla yankılanır. Kimseye gösterilmek için değil, içindeki varoluş çığlığını susturmak için yapılan resimlerdir onlar. Tıpkı şu dizelerdeki gibi:
“Bir çiçek, yalnızca Tanrı’nın bildiği bir duada açarsa, kim kokusunu duyar?
Belki bir rüzgâr, belki yalnız Séraphine.”
Neden Dokundu Bana?
Aynı renklere aşığız. Bundan da öte..
Çünkü .. Séraphine’in öyküsü, görmezden gelinen yeteneklerin, yoksulluğun ve kadın olmanın birleşimidir. O, kadının sanatla olan ilişkisinin çoğu zaman bastırıldığı bir dönemde, hiçbir şey istemeden, sadece var olmak için yaratmıştır. Ne bir galeri, ne bir övgü, ne bir ücret beklemiştir. Yalnızca bir çiçeğin rüyasını görüp, onu tuvale aktarmak istemiştir.
Bugün… 2008 yılında çekilen “Séraphine” filmi, onun bu göz ardı edilmiş yaşamını yeniden gün yüzüne çıkardı. Yolunu kaybedenlere umut, sanatçılara ilham, yalnızlara arkadaş oldu. Séraphine de Senlis, sanatın yalnızlıkla nasıl kardeş olabileceğini gösteren bir varlıktır. Onu anlatmak, yalnızca bir sanatçıyı değil, aynı zamanda görünmeyenlerin, unutulanların ve susturulanların öyküsünü anlatmaktır. Çünkü bazı insanlar dünyayı güzelleştirir, fark edilmeden…