Sessiz Ortaklık
Odaya girdi.
Elleri kuru, tırnaklarının kenarında çatlaklar vardı.
“Çok su içiyorum ama hâlâ tuz gibi hissediyorum kendimi,” dedi.
Bir insan, nasıl tuz gibi hisseder?
Tansiyonu yüksekti ama gürültülü değildi.
Sanki bütün damarları tek bir karar almıştı:
“Ağrı yapmayacağız. Sadece usulca bozacağız her şeyi.”
Ben yalnızca doktoru değildim. Onun tanığıydım.
Bir kadının sessizce çöken bedenine, ama bir türlü yıkılmayan ruhuna tanıktım.
Serum kreatinini gördüğümde, bunun yalnızca bir böbrek değil, bir hayatın yavaş yavaş çözülüşü olduğunu anladım.
Yıllarca taşınan market poşetlerinden, uykusuz geçen gece nöbetlerinden ve belki de hiç konuşulamamış bazı kırgınlıklardan süzülüp gelen bir çöküştü bu.
İlk diyaliz gününde ağlamadı.
Yalnızca, “Alışmak ne garip şey,” dedi.
O anda, ben bir doktor değil, onunla aynı istasyonda duran bir yolcu oldum.
İkimiz de başka yerlere gidiyorduk ama aynı trenin içindeydik.
Mavi ve Kırmızı kateteri gibi.
Bir yol ayrımında karşılaştık.
Bazen tıp, iyileştirmez.
Ama şahit olur.
Şahit olmak da bir tür tedavidir, eğer dikkatle bakılırsa.