Kadın Ya Örtülüyor Ya Soyunduruluyor Kararı Hep Başkaları Veriyor
Dünyanın dört bir yanındaki özgürlük, onur ve kimlik tartışmalarında kadın bedeni çoğu zaman merkezde yer alır ne var ki, çoğu zaman onun kendi sesi duyulmaz.
Kadın ister örtünmüş ister çıplak olsun, ister bedenini kapatsın ister açsın; tartışmalar genellikle onun hikâyesine değil, o görüntünün neyi temsîl ettiğine odaklanır.
Çoğu insana göre, örtünmüş kadın ile çıplak kadın bir kültürel spektrumun zıt uçlarında yer alır: mahremiyet karşısında özgürlük, baskı karşısında güçlenme.
Ama bu karşıtlık büyük ölçüde sahtedir. Gerçekte, örtünmek ile soyunmak aynı madalyonun iki yüzüdür kadın bedenini kontrol etme, tanımlama ve siyasallaştırma arzusuyla şekillenmiş iki farklı biçim.
Burada asıl mesele neyin görünüp görünmediği değil; kararı kimin verdiğidir. Bazı ülkelerde kadınlar yasal ya da toplumsal baskılarla örtünmek zorunda kalır. Bazılarındaysa başörtüsü taktıkları için para cezasına çarptırılır ya da işten çıkarılırlar. Kimi yerlerde kadın ciddiye alınmak için bedenini örtmelidir; başka yerlerdeyse görünür olabilmek için açmalıdır. Özgürleşme ile nesneleşme arasındaki fark ise kumaşta ya da çıplaklıkta değil, öznenin iradesindedir.
Örtünmek, kimi kadınlar için bir inanç ifadesidir.
Kimileri için kültürel aidiyet, güvenlik, direnç ya da sadece kişisel bir seçim.
Aynı şekilde, çıplaklık da bir protesto biçimi, bir sanat dili ya da bedenin kendi hakkını geri alışıdır.
Ama her iki durumda da bu eylemler nadiren oldukları hâliyle bırakılır. Başörtüsü siyasileştirilir kimi yerde tehdit, kimi yerde saflık sembolü olur. Çıplak beden de öyle: kutlanır ya da yerilir, estetize edilir ya da sansürlenir. Her iki durumda da kadının kendisi değil, onun temsili konuşulur. İyi niyetli toplumlar bile önyargılar taşır: Bir tür giyimin itaat, diğerinin özgürlük anlamına geldiğini varsayarlar.
Oysa bu varsayımlar sadece yüzeyde basittir. Çoğu zaman da kolonyalist bir bakış taşır. Örtülü kadını “kurtarmak”, çıplak kadını “güçlendirmek” adına yapılan çağrılar, çoğunlukla bu kadınların kendi deneyimlerinden çok, gözlemcinin ideolojisini yansıtır.
Artık daha fazla simgeye değil, daha fazla sessizliğe ihtiyacımız var. Daha az yargıya, daha çok dinlemeye.
Kadın ne giydi, ne açtı, ne sakladı değil nasıl yaşamak istiyor, neye ihtiyaç duyuyor, bugüne kadar neyi söylemesine izin verilmedi?
Asıl soru bu: Bunu kendi isteğiyle mi yaptı?
Ve: Yarın vazgeçme hakkına sahip mi?
Gerçek özgürlük, bu alanlarda yatar bir kadının bedenine dair kararı kendisinin alması ve bu kararı değiştirme hakkını da elinde tutması.
Bu yüzden artık yazı tura atmayı bırakmalıyız. Örtünmek mi, soyunmak mı diye tartışmayı değil kadınların madalyonu terk etmesine izin vermeyi konuşmalıyız.