Göz Yaşı
İnsan gözünden süzülen her damla gözyaşı, sadece su değildir. İçinde bir hikâye taşır; bir özlem, bir acı, bazen bir sevinç, bazen derin bir sessizlik…
Gözyaşı, aslında biyolojik bir tepkidir ama içinde ruhun izlerini saklayan kimyasal bir mektuptur. Bilimsel olarak bakıldığında, gözyaşı üç ana türde karşımıza çıkar: bazal (koruyucu), refleks (tahrişe karşı) ve duygusal gözyaşı. İşte bu üçüncüsü, en derinimizden gelir.
Duygusal gözyaşı, tıpkı diğerlerinden farklı olarak proteinler, hormonlar ve özellikle tuzlar açısından daha zengindir. İlginçtir ki, acı bir hatıranın ya da yoğun bir duygunun ardından gelen gözyaşı, daha fazla mangan, potasyum ve sodyum içerir. Çünkü beden, sadece gözden değil, kalpten de boşalır. Bu tuzlar, sadece kimyasal değildir aslında. Bir annenin kaybettiği çocuğunun ardından döktüğü gözyaşındaki tuz, bir veda mektubunun kristalleşmiş halidir.
Duygular vücuda sığmaz hale geldiğinde, tuz olup gözden süzülür. Gözyaşının tuzu, aynı zamanda arınmanın simgesidir. Beden, yoğun stresin ve bastırılmış duyguların kimyasını bu yolla dışarı atar. Bazı bilim insanlarına göre bu, bir çeşit biyolojik boşaltım mekanizmasıdır; duygularla zehirlenen zihnin kendini dengeleme çabasıdır. Fakat ruhsal boyutta bu, bir sessiz çığlık gibidir.
Duyguların kelimelere dökülemediği yerde, gözyaşı konuşur. Ve belki de bu yüzden, bir gözyaşı damlası, yalnızca su ve tuz değildir. O, bir duygunun somut hâlidir.
Gözden akan her tuzlu iz, içimizde taşıdığımızların kanıtıdır. Sevmenin, özlemenin, kaybetmenin…
Ama en çok da insan olmanın. Şimdi göz yaşının bir mikroskop altında kurumaya bırakılınca nasıl kristalleştiğini filme almışlar. İşte farklı duygulara bağlı tuz oranı değişen göz yaşı ile ortaya çıkan görüntüler aslında bize bir şey daha söylüyor gibi…
Hatıralarımız bizim.
Bize ait ve bize özgü…
Her bir şekil biz’e ait.
İnsana dair bir iz…