DNA’mız Ses Çıkarır Kainat da...
Duyana..Her şey titreşimdir.
Bu kadim cümle, modern bilimle yeniden yankı bulur.
Kâinat, mikroskobikten makroskobik ölçeğe kadar bir titreşimler bütünüdür.
Peki, yaşamın özünü taşıyan DNA da bir ses üretir mi?
Moleküler seviyede sessiz gibi görünen yapılar, aslında bir çeşit biyolojik müzik üretirler.
DNA molekülü, yalnızca kimyasal bilgi taşıyan bir yapı değildir; aynı zamanda fiziksel bir varlıktır ve doğrudan titreşim üretebilir. Çeşitli biyofiziksel araştırmalar, DNA’nın yapısal elemanlarının (baz çiftleri, fosfat omurgası, helezonik sarmal yapısı) belirli frekanslarda rezonansa girebildiğini göstermiştir.
•2009’da yapılan bir çalışmada, Chirality-induced phonon modes in DNA molecules başlıklı araştırma, DNA’nın belirli frekanslarda mekanik salınımlar gösterdiğini ortaya koydu.
•Acoustic spectroscopy teknikleriyle DNA’nın rezonans frekansları ölçülmeye çalışıldı. Bu çalışmalar, DNA’nın nanometre ölçeğinde bile mekanik titreşimler ürettiğini, bu titreşimlerin tıpkı bir müzik aletinin telleri gibi davrandığını öne sürdü. Bu veriler ışığında denilebilir ki, DNA fiziksel olarak ses üretir, fakat bu ses, bizim kulağımızla değil, ancak yüksek duyarlılıktaki nanoteknolojik sensörlerle duyulabilir. Bazı alternatif sağlık yaklaşımları, DNA’nın belirli frekanslarla iyileştirilebileceğini öne sürer. Özellikle 528 Hz frekansı, “DNA onarım frekansı” olarak popülerleşti. Bu görüş, bilimsel çevrelerde halen tartışmalıdır, ancak bazı araştırmalar DNA üzerindeki elektromanyetik etkileşimlerin gen ifadesini etkileyebileceğini göstermekte…
•Dr. Glen Rein gibi araştırmacılar, ses frekanslarının DNA’ya elektromanyetik etkiyle konformasyonel değişim yaratabileceğini iddia etmiştir.
•Epigenetik düzlemde de, çevresel faktörlerin (stres, ses, titreşim, elektromanyetik alanlar) DNA ekspresyonunu değiştirdiği artık bilimsel bir gerçekliktir. Bu bağlamda, DNA’nın ‘duyduğu’ sesler, belki de bizim ona yönelttiğimiz duygusal, zihinsel ve çevresel titreşimlerdir. DNA’nın yapısı yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda matematiksel ve harmonik bir yapıdır. DNA sarmalının geometrisi, fraktal matematik, altın oran ve Fibonacci dizileri ile şaşırtıcı biçimde örtüşmektedir. Bu da onu yalnızca bir bilgi dizisi değil, kâinatın müziksel matematiğine uyumlu bir yapı haline getirir.
•Dr. Susumu Ohno, DNA dizilerini müzik notalarına çevirmiş ve genetik kodların melodilere dönüşebileceğini göstermiştir. Gerçekten de bazı gen dizileri seslendirilerek müzikal kompozisyonlara dönüştürülmüştür.
•Bazı araştırmacılar, genetik dizilerin belirli matematiksel frekanslarla “eşzamanlılık” içinde olduğunu savunmuştur. DNA belki harmonik bir kodlama, henüz bilemedik. Ama harika bir şey değil mi? Yoksa sadece ben mi duyuyorum :))…
DNA’nın ses üretmesi, yalnızca fiziksel bir mesele değil, aynı zamanda felsefi bir metafordur. Lacan’ın ‘dil bedenin dış uzantısıdır’ sözü gibi, DNA da yaşamın derinliklerinden gelen bir dil olabilir. Belki de her hücremiz, varlığımızı kainata bir nota gibi fısıldar. Ruhsal boyutta DNA, kâinata yazılmış bir melodi gibidirDuyabilen için, her insan kendi genetik müziğini yayar. Bu müzik; hem içsel bir frekans, hem de varoluşun yankısıdır.
Kulağın Duyduğu Değil, Kalbin Algıladığıdır Ses.. Belki bizi biz yapar.
DNA’mız bir şarkı söyler. Kimi bunu bilimsel bir rezonans olarak duyar, kimi ruhsal bir çağrı olarak. Kimiyse hiç duymaz çünkü kulak değil, duyarlılık gerekir. Kâinat sessiz değildir.
DNA’mız da öyle. Sadece duyacak kulağa ihtiyaç var…
Hey sen orada ki? Kainat’ında, DNA’nda ses varken, neden sessiz kalasın.
Var say ki seslendin, duymaya neden uğraşmayasın!
SES VER… ve SESİMİ DUY!
KALBİNDEN…