Terazinin İğnesi: Vicdan Nedir?
Vicdan…
Adını herkes bilir ama tarif etmeye kalkınca kelimeler duraksar. Çünkü vicdan, tarif edilmez; yaşanır. Hissedilir. Hatırlanır. Susar bazen, ama hiç ölmez.
Bir çocuk yalan söylediğinde yüzüne düşen kızarma,
Bir yaşlıya yol vermediğimizde içimize düşen burukluk,
Bir haksızlığa ses etmediğimizde gece uyutmayan huzursuzluk...
Hepsi, içimizde görünmeyen bir terazinin hareketidir.
Ve o terazinin iğnesi vardır: Vicdan.
Vicdan bir yasa kitabı değildir. Mahkeme kararı, toplumsal ahlak, hatta dinî kurallardan bile önce gelir. Çünkü insan, henüz hiçbir şey öğrenmemişken bile doğruyu hisseder. Fıtratın pusulasıdır vicdan. Ruhun karanlıkta yanan kandili gibi…
Ama şu soruyu sormalıyız artık:
Bu terazi hâlâ dengede mi?
İğnesi doğruyu gösteriyor mu?
Günümüz dünyasında vicdanı susturmanın yolları çok.
Bir ekran parıltısı, bir kalabalık alkışı, bir sosyal medya filtresiyle üzeri örtülüyor.
Reklamlar bağırıyor, içimizdeki ses kısılıyor.
Ama vicdan, susturulmakla ölmez.
Sadece incinir.
Geri çekilir.
Ve bizi gecenin en sessiz anında yakalar:
Bir an gelir… gözümüz tavana dikilir…
Ve sadece tek bir soru kalır:
“Bugün adil miydim?”
Kendime, sevdiklerime, yabancılara, sustuğum haksızlıklara, konuştuğum kelimelere…
Bugün, terazinin kefesine ne koydum?
Bazıları vicdanı zayıflık sanır.
Oysa vicdan, hakikatin ilk yankısıdır.
Güçlü olan susmaz, saklanmaz. Kendini de sorgular.
Vicdan, insanı insan yapan en çıplak hakikattir.
Ne makyajı vardır, ne diploması, ne rütbesi.
Öyleyse bugün hep birlikte bu soruyla başlayalım:
Benim içimdeki terazi hâlâ çalışıyor mu?
İğnesi eğilmiş mi, pas tutmuş mu, yoksa hâlâ sarsılmaz bir sadakatle “hak” mı diyor?
Çünkü adalet büyük mahkemelerde değil, önce insanın kalbinde kurulur.
Ve o kalbin adı bazen başka hiçbir şey değil…
Sadece: Vicdan.