Muhalefet yukarıda değil; kopuş, halkın kendi içinde.
Ben muhalif bir yapının olduğunu düşünmüyorum. En azından o klasik tanımıyla: ‘tepe’ ve ‘taban’ arasında dikey bir çatışma değil bu.
Asıl ayrım, yatayda, yani halkın kendi içinde…
Aynı toplumun bireyleri arasında oluşan görünmez ama keskin bir çizgi var. Aidiyet, sınıf, yaşam tarzı, dil…
Hepsi iç içe geçmiş bir ayrışma haritası oluşturuyor. Bu sessiz ayrışmayı yukarıdakiler çok iyi okuyor.
Yönetmiyorlar sadece, şekillendiriyorlar.
Ayrışmayı büyütmek yerine dengelemeleri gerekirken, o yarığı kendi lehlerine kullanıyorlar.
Chantal Mouffe’un “agonistik demokrasi” yaklaşımında vurguladığı gibi, demokrasilerde çatışma kaçınılmazdır; mesele bu çatışmanın düşmanlıkla değil, yapıcı gerilimle yönetilip yönetilemediğidir. Ancak burada halk içindeki farklılıklar, çoğulculuğa değil, kutuplaşmaya dönüştürülüyor.
Çünkü muhalefeti tabanda başlatmak, en kalıcı bölünmedir.
Bölünmüşlük bilinçli olarak besleniyor.
Gerçek bir birlik ihtimali ortaya çıktığında, bu rahatsız edici bir denge bozulması gibi görülüyor.
Ve o anda sistem devreye giriyor: dil değişiyor, gündem değişiyor, yön değişiyor.
Asıl mesele kim kimi yönetecek değil; kim kimi bir araya getirmeyecek.
Ve tam da burada aktif vatandaşlık devreye girmeli.
Aktif vatandaşlık, sadece oy vermek değildir;
sorgulamak, katılmak, ortaklaşmak, eleştirmek, izlemek, hesap sormak gibi bilinçli eylemler içerir.
Ama sistem, bu bilinci yukarıya değil, yan tarafa yönlendirir.
İnsanlar tepkiyi yönetime değil, birbirine vermeye başlar.
“Sen kimin tarafındasın?” sorusu,
“Ne oluyor, neden oluyor?” sorusunun önüne geçer.
Bu da halkın kendi içinde örgütlenmesini, düşünsel dayanışma kurmasını, yani gerçek yurttaşlık bilincini bastırır.
Halk birbirine dönerse bölünür, yukarıya dönerse birleşir.