120 Yaş: Uzatılmış Beden mi, Derinleşmiş Bilinç mi?
120 yaşa değil, 120 yaş bilincine doğru …
Yaşamak, yalnızca yaş almak mıdır, yoksa bir anlamı, katkıyı, akışı devam ettirmek midir?
Bugün bilim, insan ömrünü uzatma hedefiyle yoğun bir çaba içinde.
Telomer tedavileri, hücre yenileyici teknolojiler, gen onarıcı ilaçlar…
Hepsi bir amaca hizmet ediyor gibi görünüyor: daha uzun yaşamak.
Ama asıl soru hâlâ yerinde duruyor:
“Ne kadar yaşayabiliriz?” değil, “neden o kadar yaşamak istiyoruz?”
Teknoloji bize “nasıl”ı öğretiyor; ama “niye”yi unutturuyor. Çağımızın en kritik farkındalığı da burada gizli.
Biyolojik Ölçüt: 120 Yaş Ulaşılabilir mi?
Bugünün bilimsel verilerine göre 120 yaş, istisnaî ama mümkün bir sınır.
Jeanne Calment 122 yıl yaşadı; insan biyolojisi bu rekoru en azından bir kez başardı.
Hücresel düzeyde yaşlanmayı durdurmak mümkün değil, ama yavaşlatmak mümkün.
Telomer kısalmasını önleyen tedaviler, gen onarıcı teknolojiler ve senolitik ilaçlar bu alanda umut veriyor.
Yine de unutmamak gerek: yaşın uzaması, sağlıklı yaşla birlikte gitmezse sistem bozulur.
Çünkü yaşam süresini artırmak, sadece biyolojik süreyi değil, yaşlılıktaki yıpranmayı da uzatmak anlamına gelebilir.
Bu yüzden 120 yaş biyolojik olarak ulaşılabilir olsa da, doğal ve sürdürülebilir bir yaşam kalitesiyle ulaşmak şu anda istisna düzeyinde.
Varoluşsal Ölçüt: 120 Yaş “İyi” mi?
Burada cevap, “ne için yaşadığımıza” göre değişiyor.
Eğer yaşamı tüketim, haz, statü gibi kavramlar üzerinden tanımlıyorsak,
120 yaş anlamsızlaşır.
Bu değerler zaten insanın orta yaşlarında zirveye ulaşır; sonrası çoğunlukla bir azalış dönemidir.
Ama yaşamı öğrenme, bilgelik ve aktarım olarak tanımlıyorsak,
120 yaş bir bilincin olgunlaşma laboratuvarına dönüşür. Kuşaklar arası deneyim, sezgi, sabır, içsel sükûnet…
Bir ömür ne kadar uzarsa, insanlık hafızasına o kadar derin bir iz bırakma potansiyeli de artar.
Yani 120 yaş “iyi” olur, eğer yaşamın amacı nicelik değil, derinlikse.
Ekosistemsel Ölçüt: Sistem Bu Yaşamı Kaldırabilir mi?
Bir başka boyut ise, yaşamın kendisini taşıyan sistemin sınırları.
İnsan ömrü uzadıkça, ekosistem üzerindeki baskı da artıyor:
daha fazla kaynak tüketimi, daha az yenilenme döngüsü.
Bu yüzden “herkesin 120 yıl yaşadığı bir dünya” doğa açısından sürdürülebilir olmayabilir. Fakat bazı insanların bilgelik taşıyıcılarının, toplumsal hafızayı koruyanların, bu yaşa ulaşması,
sisteme denge getirici bir rol oynayabilir.
Tıpkı ormandaki yaşlı ağaçlar gibi:
Hepsi değil, ama bazıları kökleriyle genç fidanlara su taşır.
Doğa o yaşlı ağaçlara izin verir, çünkü onlar ormanın hafızasıdır.
insan ömrünü belirleyen yalnızca biyoloji ya da ekosistem değildir; bazen rastlantı da kendi yasalarını koyar.
Olasılıksal Ölçüt: Kaza, Hastalık ve Dış Faktörler
İnsan ömrünün yalnızca biyolojik değil, olasılıksal sınırları da vardır.
Ne kadar uzun yaşayabilecek potansiyelimiz olursa olsun, rastlantısal olaylar (kaza, afet, bulaşıcı hastalık, savaş vb.) yaşamı erken sonlandırabilir.
İstatistikçiler buna “dışsal ölüm oranı” der.
Bu faktörleri tamamen ortadan kaldırmak mümkün değil, ancak azaltmak mümkün:
•Sürücüsüz araçlar ve yapay zekâ temelli güvenlik sistemleri
•Erken teşhis teknolojileri ve genetik tedaviler
•Küresel sağlık ağları, pandemi önleme sistemleri ve iklim dayanıklılığı politikaları
Tüm bu gelişmeler insan ömrünü uzatabilir, ama ölümü ortadan kaldıramaz.
Çünkü doğanın mekanizması, yenilenme için ölümü içerir.
Bazı filozoflar Heidegger, Spinoza, hatta modern transhümanistler, ölümün “bir hata” değil,
bilinç için gerekli bir sınır olduğunu söyler.
Eğer ölüm olmasaydı, anlam, değer ve aciliyet de olmazdı.
Yani yaşamı sonsuzca uzatmak mümkün olsa bile, yaşamın anlamı dönüşür.
Evrensel sistemde ölüm yoktur, sadece enerji formu değişimi vardır. Bir hücrenin, bir organizmanın ya da bir canlının ölümü, başka bir yaşam formuna kaynak olur. Ölümü ortadan kaldırmak, bu dengeyi bozmak anlamına gelir;
bilim bunu şu anda yapamaz, belki de yapmamalıdır.
Bu dört eksen, aslında yaşamın dört aynası gibidir: bedensel, bilinçsel, çevresel ve olasılıksal. İnsan, bu aynalarda kendi varlığını farklı ışıklarda görür.
Uzatılmış Beden mi, Derinleşmiş Bilinç mi?
Birçok modern düşünür, Viktor Frankl, Yuval Harari, Erich Fromm
insanı tatmin edenin uzun yaşamak değil, anlamlı yaşamak olduğunu vurgular.
Eğer yaşam bir öğrenme serüveniyse, 120 yaş gerçekten kıymetli bir alan olabilir:
bilincin evrimini tamamlamak, öğrenmeyi derinleştirmek için bir zaman laboratuvarı.
Ama sadece yaş almanın kendisi, sistemde yer kaplayan bir tekrar hâline gelir.
O yüzden asıl mesele şu soruda düğümleniyor:
“120 yaşına kadar yaşamak mı istiyorum, yoksa 120 yaşına kadar yaşar gibi olmak mı istiyorum?”