Suçu Güvenlikte Değil, Zihniyetlerde Arayın!

24 Eki 2025 - 12:55 YAYINLANMA

Kayseri, Erciyes Üniversitesi'nde dün meydana gelen, üç çocuk sahibi kadın öğrencinin eski eşi tarafından pompalı tüfekle öldürülüşünün üzüntüsünü yaşarken, o korkunç olayın ardından yapılan yorumları okudukça üzüntüm daha da arttı.

“Üniversite yönetimi güvenliğe önem vermiyor”, “güvenlik zafiyeti”
Muhakeme yoksunluğuyla yazılmış birçok yorum.
Ve ne üzücüdür ki üniversiteyi, akademisyenleri sorumlu tutuyorlar; “güvenliği sağlayamıyorlar” (mış).

Değişmeyen zihniyetler…

Anlamakta zorlandığım konu: Bu insanlar niçin resmin tamamını görmek istemeyip hemen bir günah keçisi arıyorlar?
Suçlu aranırken yerler ve kurumlar etiketleniyor; en kolay hedef güvenlik oluyor. Oysaki sorun, erkek şiddetine maruz kalıp öldürülen kadınlarımızın nerede, hangi mekânda katledildikleri değil; şiddeti besleyen zihniyetlerdedir.
Niyet kötüyse fail hangi mekânda olursa olsun aynı sonu getirebilir. Bu yüzden tartışma ve suçlama üniversite ya da güvenlik ekseninden çıkarılmalı.

Bugüne kadar birçok kadın cinayeti yaşandı; polisin gözü önünde, ailesinin yanında, sokakta, araçlarının içinde, alışveriş merkezinde vb.
Niyet kötüyse yerin hiçbir önemi yok.
Öğrencinin ölümü kampüste gerçekleşti diye suçu “mekâna” yüklemek akıl dışı. O cani ister okul çıkışında, ister çarşıda, ister otobüs durağında bekler; planını yine yapardı, niyeti belli: bir annenin, okumak isteyen bir kadının yaşam hakkını elinden almak.

Bu ülkede insanlar hâlâ gerçeği görmemekte ısrar ediyor. Suçu kapıdaki güvenliğe ya da akademisyenlere yüklüyorlar; yasayı sorgulamak zor geliyor, adalet sistemine dokunmaktan ürküyorlar.

Asıl sorgulanması gereken şu: Neden yasalarımızda gerçekten caydırıcı cezalar yok? Bir katil, sadece kravat takıp hâkim karşısında “iyi hâl” sergiledi diye indirim alabiliyor! Sorunun bir parçası, da cezayı hafifleten sistemdir!
Bu nedenle eylem yapılacak yer üniversite kampüsü değil! Yasa yapıcılara yapılmalı bu eylemler!

Özeleştiri yapmaktan kaçan bir toplum, suçu hep yanlış adreste arar.

Kolay olan, bir günah keçisi bulmak; yanlış hedefe bağırmaktır. Oysaki topluma da sormamız gereken soru şu: Biz nasıl erkek çocukları yetiştiriyoruz?
Kız çocuklarının iç çamaşırı görünse “ayıp” diyerek utanma öğretilirken, erkek çocuklarına “göster oğlum pipini” diyerek övünülecek bir şeymiş gibi sunuluyor.

Erkekliğin gücü, ölçüsü vicdanla değil, pipisiyle ve tahakkümde tanımlanıyor.
Sonra da büyüdüklerinde, “erkekliğini ispatlama” bahanesiyle cana kıyan, sevgiyi sahiplenme zanneden caniler çıkıyor karşımıza.

Bazı anne-babalar da “Oğlumun üç beş sevgilisi var, erkek adam, olacak tabii ki!” diyerek bunu gurur vesilesi yapıyorlar. Kadınları birer mal gibi görüp insanlıklarını yok sayıyorlar.
Ve yine bu tip zihniyetler, büyüyünce erkekliğini ispat etmesi için oğullarına “Karına sözünü geçirmek istiyorsan, karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” diyorlar. (Duyduğum en iğrenç söz.)

Daha üç-beş yaşındaki çocuğa “Erkek adam ağlamaz.” diyerek duygularını körelten anne-babalar..!

Duygusunu bastırılan çocuk, bir gün öfkesini bastıramayan adama dönüşüyor.
Bu zihniyetle yetişen erkek, sevgilisini sevmeyi değil; sahiplenmeyi, kıskanmayı, kontrol etmeyi öğreniyor.

Sonra şaşırıyoruz değil mi, büyüyünce sevgiyi neden güçle, ilgiyi neden tahakkümle karıştırıyorlar diye. Ya da neden sevgiyi sahiplenmek, kıskanmayı öldürmek sanıyorlar diye.
Ve oğlunun “üç-beş sevgilisi var” diye övünen ebeveynler, farkında olmadan cani yetiştiriyor.

Aslında kadını “mal”, “nesne”, “eğlencelik” olarak gören o çarpık erkeklik algısı evin içindeki köhnemiş zihniyetlerde başlıyor.
Anne ve babaların ağzından duydukları o çirkin cümlelerle güç buluyorlar.
Ve bir gün o çocuk, “Benim” diyerek ya da “Beni nasıl istemez, reddeder?” diye düşünüp bir kadının, bir annenin hayatını söndürebiliyor.
Bu yüzden bir üniversiteyi, bir güvenlik görevlisini suçlamadan önce kendi yetiştirme biçimini sorgulamalı erkek çocuk yetiştirenler!
Kendi evlerinin içindeki çürümüş terbiyeye bakmalılar. Çünkü o pompalı silahın tetiğini çeken parmak, o çirkin zihniyetlerin ellerinde büyüdü.
Bu nedenle sorun, kadınların hangi mekânda katledildikleri değil, ebeveynlerin nasıl erkekler yetiştirdikleridir.

Ayrıca, devlet, kadın cinayetlerine son verecek ağır yasalar çıkarıp kanunlaştırmalıdır.
Bu kanunlar çıkmadıkça ve bu zihniyetler değiştirilmedikçe gazetelerde veya haber sitelerinde yine aynı manşeti okuyacağız: “Bir kadın daha öldürüldü.”
Her defasında aynı cümleyi kuracağız: “Bir kadın daha öldürüldü.”

Bu nedenle dünden beri yeterince üzüntü yaşamış olan Erciyes Üniversitesi'nin değerli akademisyenlerini daha da üzmemek için bu eylemi üniversite kampüsü yerine yasa yapıcı kurumların önünde yapalım ki doğru kurumları suçlamış olalım.

Sonuç olarak; dün bir kadının daha yaşam hakkı, hayatı elinden alındı; hayalleri ve hedefleri, ne acıdır ki bir caninin öfkesi ve kıskançlığıyla tetiğe basılan parmakta yok oldu.

Üç çocuk daha annesiz kaldı. Yine bir anne baba kızlarının ölümüyle, evlat acısıyla sınandı. Okulundan mezun olacak bir öğrencinin daha eğitim hayatı son buldu.

O güzel yüreğiyle mücadele eden öğrenci arkadaşımıza Allah’tan rahmet, ailesine ve sevdiklerine sabır diliyorum.
Dilerim ki bu acı, bir dönüm noktası olur; bir annenin bir kadının daha hayalleri, bir erkeğin öfkesine kurban gitmez.
Umarım bu, gerçekten son olur.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: