Sabunla Temizlenmeyen Kir: Zihniyet
Bir ülkenin gerçek gelişmişlik düzeyi; ne lüks binalarla ne kılık kıyafetin ışıltısıyla ne de maddi zenginlikle ölçülür. Asıl ölçüt, ahlaki olgunlukta, özellikle de kimsenin görmediği anlarda sergilediğimiz tutumda, başkalarının hakkına gösterilen saygıda ve dürüstlükte gizlidir.
Kamu malına duyulan özen; bireyin ülkesine, geleceğine ve ismini dahi bilmediği insanlara karşı hissettiği sorumluluğun en somut örneğidir.
Bu doğrultuda, bir damla suyu, bir parça sabunu ya da bir kâğıt havluyu “zaten benim cebimden çıkmıyor” diyerek tüketen zihniyet, sadece bugünün bütçesini değil, yarınları da hoyratça harcıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde bir alışveriş merkezinin tuvaletinde, sıvı sabunu neredeyse avucunun tamamını dolduracak miktarda alıp ellerini yıkayan bir kadını görünce kendisini uyarma gereği duydum; bu esnada su da boşa akıyordu. Yaptığı bu hareketle gereksiz bir israfa neden olduğunu belirttiğimde ise aldığım cevap şu oldu: “Sana ne, senin malın mı?”
Kendisine, “Sadece benim değil tabii ki ama hepimizin ortak kaynağı…” diyerek karşılık verdim. Ancak konuşmanın, saldırgan bir psikolojiye sahip bu kişi tarafından seviyesiz bir tartışmaya dönüştürüleceğini fark edince oradan uzaklaştım. Ne yazık ki böylesi bilinçsiz insanların sergilediği bu tutumlar; ekonomik açıdan kaynak israfına, ekolojik açıdan gereksiz kimyasallarla doğanın kirlenmesine ve su tüketimine, etik açıdan ise insanlığa yakışmayan bir sorumsuzluk örneğinin gelecek nesillere kötü bir miras olarak aktarılmasına neden oluyorlar.
“Nasıl olsa bedava, niye az kullanayım?”
Çoğumuz bu sahneyi sıradan bir olay olarak görüp geçebiliriz; ancak bahsi geçen zihniyetteki insanlar hemen her konuda benzer bir tavır sergilemekte, başkasının malına karşı saygısız, doğaya karşı ise duyarsız kalmaktadırlar. Öyle ki, kendi evinde bir ayda kullanacağı sıvı sabunu, başkasının malı söz konusu olduğunda hiç düşünmeden tek seferde tüketebiliyorlar.
Bilinmelidir ki sabun, su, elektrik ve kâğıt havlu gibi kaynakların her biri vergilerle, yoğun emekle ve enerjiyle oluşturulmuş ortak değerlerdir. Buna rağmen zihinlerde şu sakat düşünce dolaşıyor.
“Nasıl olsa bedava, niye az kullanayım? AVM zengin, batacak mı?” ya da “Vergimi veriyorum, gerisi beni ilgilendirmez.”
Ne yazık ki israf edilen her kaynağın faturası, önünde sonunda yine aynı toplum tarafından ödeniyor. Yani “sana ne” diyenin de, “bana ne” diyenin de cebine, yaşam kalitesine ve sağlığına bu maliyet geri dönmektedir.
Sahipsiz Mal Algısı ve Kültürel Paradoks
Kültürümüzde birey, kendine ait olanı kıskançça bir titizlikle korurken, başkasına ait olanı hoyratça kullanma eğiliminde. Evindeki deterjanı kapağıyla ölçerek döken kişi, bedava olduğunu düşündüğü noktada bu hassasiyeti umursamıyor. Kendi evinde musluğundan akan suyu hesaplayarak kullanan biri, kamusal alanda açık bırakılan bir çeşmeyi görmezden gelebiliyor. Benzer şekilde, kendi arabasında en küçük bir çöpe dahi tahammül edemeyen bir birey, biriktirdiği bütün çöpünü sokağa rastgele atabiliyor.
Halbuki olması gereken bunun tam tersidir: Kamu malı tüm topluma aittir ve asıl bu yüzden gözümüz gibi korunmalıdır. “Sana ne, senin malın mı?” zihniyetindeki insanlar, ne yazık ki kendilerini ortak geleceğin bir öznesi olarak görmekten ve vatan sevgisinden yoksun kişilerdir. Unutulmamalıdır ki; sürdürülebilir bir gelecek ve kaynakların verimli kullanımı bir tercih meselesi değil, doğaya karşı ertelenemez bir sorumluluktur.
Finlandiya’nın Azim Devrimi: “Bataklıklar Ülkesi”nden “Yeryüzündeki Cennet”e
Dünyada “yaşanabilir ülke” denilince bugün akla gelen ilk yerlerden biri Finlandiya’dır. Oysa bu ülke, uzun yıllar boyunca granit kayaları, sert iklimi ve geniş bataklık alanlarıyla anılan, yaşaması zor bir coğrafyaya sahipmiş. Finlandiyalılar, bataklıkları kurutup ağaçlar dikerek bu çetin coğrafyayı adım adım yaşanabilir bir ülkeye dönüştürmüş. Milyonlarca hektarlık turbalık alan, drenaj kanallarıyla ıslah edilerek tarım ve ormancılık için kullanılabilir hâle getirilmiş.
Finlandiyalılar ülkelerini sevdikleri için, kelimenin tam anlamıyla taşın arasına yaşamı yerleştirmişler. En yaygın ve sert mermer türü granit olan bu coğrafyada, granitlerin çukurlarının aralarına toprak taşıyıp fidanlar ve çiçekler dikmişler; gri, soğuk yüzeylerin arasını parklar ve bahçelerle donatmışlardır. Eğitime ve çevreye yatırım yaparak ülkelerini dünyanın en yaşanabilir yerlerinden birine dönüştürmüşler. Ve bu dönüşüm, sadece masa başında çizilmiş mimari bir planla değil; yıllara yayılan emek, sabır ve kolektif bilinçle gerçekleştirilmiş. Onları bugünkü seviyeye getiren şey sihirli bir yeraltı zenginliği değil, ülkesini, insanını seven, başkalarının hakkına saygı duyan, köklü bir zihniyet değişimidir.
Kalkınma Mega Projelerle Değil, Mikro Düzeyde Davranışlarla Başlar
Kalkınma denilince çoğunlukla aklımıza dev projeler gelmektedir: köprüler, otoyollar, havaalanları ve dev şehir hastaneleri...Oysa kalkınma, yalnızca makro ölçekli yatırımların değil, mikro ölçekli davranışların bir toplamıdır.
Finlandiya gibi gelişmiş bir ülke olabilmek içinde; “Bu ülke benim; suyu da, taşı da, ağacı da bana emanet, tasarruflu kullanmalıyım” diyebilen bir kültüre sahip olmak gerekir. Bugün Finlandiya, sayıları yüzleri bulan gölleriyle “bin göller ülkesi” olarak anılmakta; bir zamanlar “bataklık” denilen yerler, şimdi hem ekonomiye katkı sağlayan hem de doğanın korunduğu yeşil alanlara dönüşmüş durumdadır.
Finlandiya’nın hikâyesi, sadece bataklığı kurutmanın değil, azmin ve zihniyeti dönüştürmenin başarısıdır.
Ülkeyi sevmek, “Bu topraklar bizim” demekle değil; “Bu musluktan boşa akan su, benimmiş gibi kıymetli” diyebilmekle başlar. Kullanmadığın ışığı kapattığın anda, çöpünü yere değil çöp kutusuna attığında, ev de ya da kamusal tuvalette suyu boşa akıtmayıp sabunu israf etmeyerek “bir damla yeter” diyebildiğinde, parka, okula veya metroya “burası da benim evim” diyerek özen gösterdiğinde somutlaşır.
Kamu malına, ortak değerlere gösterilen saygı, aslında ülkeye ve insanlarına duyulan saygının en temel göstergesidir.
Kısacası mesele, sadece bir avuç sabundan ibaret değildir. Mesele şu soruda düğümlenmektedir: Ellerini temizlemek için kullanılan o sabun, acaba zihinlere yerleşmiş saygısızlık, vurdumduymazlık, bencillik ve sevgisizlik kirini söküp atmaya yetebilecek mi?
Unutmayalım ki, coğrafyaları cennete çeviren sihirli değnekler değil; israf edilen kaynaklara “bana ne” demek yerine, “bana emanet” diyerek onları koruyan bilinç düzeyi yüksek bir zihniyettir.