An, ışığın kendini hatırladığı yerdir
Bir an’a sığan sonsuzlukta, zamanın çizgileri erir.
Gerçek yaşam, geçmişle gelecek arasında değil, kalbin şimdiyle attığı ritimdedir.
Zamanın peşinden koşmayı bıraktığımızda, onun kalbinde saklı sonsuzluğu fark ederiz.
Yaşamın kıymetini bilmek, aslında zamanı değil, an’ı anlamaktan geçer.
Çoğu zaman yaşadığımızı sanırız; oysa yalnızca geçeriz.
Bir şeyleri bekleriz: daha doğru bir zamanı, daha uygun bir kişiyi, daha hazır bir hâli…
Oysa hayat, “bir gün” dediğimiz o uzak gelecekte değil; tam şu anda, nefesimizin içindedir.
Zaman çizgisel görünse de aslında daireseldir.
Her an, geçmişin yankılarını ve geleceğin tohumlarını taşır.
Biz vakti, saatlerle ölçeriz; ama yaşamın asıl ritmi akan seslerin titreşimlerinde gizlidir.
İnsan, kendi frekansını bu akışa hizaladığında vakti yönetmeye başlar; vakte tutsak değil, onunla dans eden olur.
O zaman hayat hem son an’mış gibi, hem de hiç bitmeyecekmiş gibi yaşanır.
Bu farkındalık, yaşamı bir şiire dönüştürür.
Şiirsel bir yaşam, yazanın farkında olmaktır.
Yazanla yazılanın bir olduğunu idrak ettiğimizde, her deneyim bir nakışa dönüşür.
Her düşünce, her duygu, her nefes — ilahi bir desenin ipliğidir.
Madde bize katı ve değişmez görünür, oysa o da sadece enerjidir.
Evrenin hiçbir formu sabit kalmaz; her şey genişler, dönüşür, doğar ve ölür.
Tıpkı toprağa düşen bir tohumun yeşermesi gibi, her düşünce ve niyet de kendi gerçeğini yaratır.
İlahi niyetlerle uyumlu bir düşünce sistemi, cenneti uzaklarda aramak yerine şimdiye taşır.
“An”, kalan bir zaman değil, olan zamandır.
Geçmişin pişmanlıklarından, geleceğin kaygılarından sıyrıldığında, insan an’da yeniden doğar.
O an’da yapması gereken tek şey, var olmaktır — tüm duyularıyla, tüm benliğiyle.
Beden bir araç, duyular bir pusuladır; yön hep aynı yere çıkar: kalbin huzuruna.
Kıymet bilmek, farkındalığın en sade hâlidir.
Her şeyin ve herkesin kıymeti, an itibarıyla hatırlanır.
Bir insan bir şeyi gerçekten gördüğünde, onun değerini otomatik olarak hisseder.
Kıymet bilindikçe sevgi artar; sevgi yükseldikçe bilgelik doğar.
Bilgelik, geçici olana değil, sonsuz olana adanmış bir bilinçtir.
Bilge toplumlar, an’ın kıymetini bilen toplumlardır.
Çünkü bilirler ki huzur, geleceğin planlarında değil — şimdinin sessiz mucizesindedir.
Ve o zaman, yaşam bir görev olmaktan çıkar…
Bir armağana dönüşür.