Kut-ül Amere de nerden çıktı?
Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarla İzmir, Karşıyaka’da Seyir Tepesinde İzmir manzarasına kuşbakışı bir Restorant’ta arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Söz arasında “Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı’nda iki büyük zaferi var: Çanakkale ve Kut-ül Amere” dedim. Arkadaşlar oda nedir? Biz hiç duymadık. Yeni bir şey mi? bu dediler. Bende şaşırdım bir anda…
Arkadaşlardan biri; “Biz neden yalnız Çanakkale’yi biliyoruz? Kut-ül Amere’den neden hiç söz edilmiyor?” diye sordular.
İşte söz sırası geldi; “Okuma özürlüyüz. Çünkü okumuyoruz. Bu nedenle bilgi sahibi olmak için çok okumak zorundayız.” Dedim…
AK Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, dile getirmeye başladı ve şimdi Kut-ül Amere Zaferinin 100. yılını vesile sayarak bu konuya esaslı olarak el atmış bulunuyorlar...
1946 yılına kadar kutlanıyordu.1946 yılında “Kut-ül Amere kutlamaları zamanın Hükümeti tarafından yasaklanmış…
Kutü’l-Ammare’nin üzerinde bulunduğu arazi, üç tarafı Dicle nehriyle çevrelenmiş olup, geniş bir yarımadayı andırır. Kuzeydoğudan güneydoğu istikametine akan Dicle nehrinin geniş bir yay çizerek tekrar batıya yönelmesiyle oluşan bu yarımada üzerindeki Kutü’l-Ammare kalesinde sıkıştırılan İngilizleri karadan kuşatan Türk ordusuna karşı savunma hattı oluşturmuşlardır…
Türk ordusunun şiddetli takibinden kaçan General Townshend, Kutü’l-Ammare’de kıstırılmakla kalmayıp nehir tarafından da abluka altına alınarak dört bir yandan kuşatılmıştır. Bu durumda İngiliz generali, çaresiz bir şekilde kaleye savunmak için sığınmış. Aslında Townshend, Kutü’l-Ammare’de boş durmuyor, bir taraftan Dicle’yi Fırat’a bağlayan Şattülhay “Garraf” yolunu kapamak ve İngiliz kuvvetlerine zaman kazandırmak istiyordu…
Yukarıda da ifade edildiği üzere Selmanpak yenilgisinden sonra Türk kuvvetlerinin önünden kaçan General Townshend komutasındaki İngiliz birlikleri 3 Aralık 1915 tarihinde Kutü’l-Ammare kalesine sığınmışlardı. Kutü’l-Ammare kalesi tuğla ve toprak kerpiçten yapılmıştı. Türk topçusunun yıpratıcı atışlarıyla kale duvarları harabeye çevrilmiş, Kutü’l-Ammare’den güneye sevk edilen birliklerle İngilizlere gelebilecek yardım yolları da kesilmişti. Dört tümenle Kutü’l-Ammare’yi kuşatma altına alan Türk ordusunda şimdilik 15.000 tüfek, 1.000 deve, 31 hafif, 7 ağır top bulunmaktadır. Ayrıca 2.000 kişilik bir aşiret kuvveti de destek birliği olarak orduyla beraberdir. Bu sırada Türk ordusu, Kutü’l-Ammare’dekileri teslime zorlamak için çalışıyor ve General Townshend sıkıştırıyordu. Kutü’l-Ammare’nin üç tarafının nehirle çevrelenmiş olması savunmadaki İngilizlere bir yerde avantaj da sağladığı ifade edilebilir. İngiliz generali bir bakıma nehirdeki gidiş gelişi kaleden kontrol edebileceğini sanıyordu…
Komutan Townshend, hatıratında Kutü’l- Ammare’de mahsur kalan askere 60 gün yetecek yiyecek bulunduğunu; 5-6.000 nüfuslu kasaba halkına da üç ay yetecek erzakın varlığından bahsederek Türk taarruzlarına dayanabileceğini umuyordu.
İngilizler dayanamadı ve sonunda Türk Birliklerine yenik düştü. İngiliz 7. Tümen birlikleri, 7-13 Ocak tarihleri arasında cereyan eden muharebelerde büyük kayıplar verdiler. İngiliz birlikleri 21 Ocak’ta tekrar taarruza geçtiler; ancak Türk birliklerinin şiddetli direnişi karşısında başarılı olamadılar. 21 -22 Ocak gecesi İngilizler çekildiler. Birinci Felâhiye Muharebesi adını alan bu muharebe sonunda İngilizler Hana mevkiinde durdurulmuştur. Bu sırada cephe hattında savunma siperleri arasında elden ele dolaşan propaganda kâğıtlarında her iki taraf askerlerin maneviyatını sarsıcı yayınlar yapmaya çalışıyordu…
Türk siperlerinden bir yol bulunarak İngiliz siperlerine gönderilen pusulalarda İngiliz ordusunda bulunan Hind Müslümanlarına, kendileri gibi aynı dinden olan Müslüman Türklere karşı harp etmemeleri ihtar ediliyordu. Kimi zaman bu propagandalar o kadar etkili olmuştur ki, İngiliz ordusundaki kimi Müslüman askerler Türk ordusuna iltica etmişler ve Türk Birliklerine yenik duruma düşmüşlerdir…
Tarih’te Çanakkale Savaşları kadar önemli olan Kutü’l-Ammare’nin Türk ile İngilizler arasında olan savaşıdır. Bu başarılı savaşı şimdiye kadar kutlanmaması ve gençlerimizin, insanlarımızın birçoğunun bu önemli tarih olayından haberdar olmaması da manidardır. Yeni Nesil kardeşlerimize evlatlarımıza bu bilgi birikimi hayırlı olsun…
Bu hesaplaşma yalnız Kemalizm’le değil 175-180 yıllık Batılılaşma hareketi ile başlamıştır. Zaten Türkiye’de kültür değişimi Cumhuriyet’le başlamış değildir. Devlet yönetimi ile ilgili kurumların Batı’dan alınmasına karşı olan İslamcı gericiliğin kitabında Mithat Paşa, Namık Kemal değil İkinci Abdülhamit övülecektir. İkinci Meşrutiyet kötülenerek 31 Mart ayaklanması
temize çıkarılacaktır. Prens Sabahattin ve Hürriyet-İtilaf Partisi’ne
övgüler düzülecektir…
Bu tarih anlayışında Damat Ferit Paşa’ya değilse bile VI. Memet Vahdettin’e onurlu bir yer vardır. Büyük Üstat Necip Fazıl
göre, “Vahdettin Vatan Hani Değil, Büyük Vatan Dostu” kitabını liselerde yardımcı ders kitabı olarak görebiliriz.
Her iktidarın okullarda kendi tarih anlayışını okutacağını boşuna
yazmamıştım. Devletin ve anayasaların az çok sınıflar arasındaki dengeyi
yansıttığı oturmuş sistemlerde bu tarih anlayışı da o kadar tek taraflı
olamaz. Ancak günümüzde devlet gitgide bir sınıfın (hatta bir kişinin)
egemenliği altına girdiğine, bütün devlet kurumlarının bu kuvvetin eline
geçmekte olduğuna göre tarih de bundan paçasını kurtaramazdı.
AKP’nin tarh anlayışı ile mücadele etmek zorunludur. Ancak yapılacak şey
tarihi emekçilerin gözüyle okumak ve yazmaktır. Halk kitleleri her dönemde
hangi yöntemlerle sömürüldüler, nasıl baskı altına alındılar, hangi
propagandalarla beyinleri yıkanmaya çalışıldı? Nasıl kitle katliamlarına
uğratıldılar? Onların önderleri ve aydınları nasıl hapishanelerde
çürütüldüler ve faili meçhul cinayetlerle öldürüldüler? Din ve milliyet
ayrımıyla nasıl birbirlerine düşürüldüler?
Bundan önce gelip geçmiş birkaç kuşak gibi günümüzün okul görmüş yaşlıları
ve orta yaşlıları sağlıklı bir tarih anlayışına sahip değildir. Tarih
öğretim yöntemi zaten ezberletmeye dayanır. Hafızlık geleneğinden gelen bir
toplumu öğretilenleri ezberlemeye ve bunları kelimesi kelimesine
tekrarlamaya alıştırmışız. Tarihçi sıfatını kullanan bazıları da bunları
pekiştirmeye kendilerini adamış bulunuyor. İslami gericiliğin tarihi ise
dergi ve televizyon kanallarında boy göstermekle birlikte henüz müfredata
hâkim değildir.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için genç kuşaklara okutulanları
ezberlemek yerine sorgulama, gerçeği araştırma bilinci verilmelidir. Bu dün
de gerekliydi, bugün de gereklidir. *(30 Nisan 2016)*
Kutü’l-Ammare’nin üzerinde bulunduğu arazi, üç tarafı Dicle nehriyle çevrelenmiş olup, geniş bir yarımadayı andırır. Kuzeydoğudan güneydoğu istikametine akan Dicle nehrinin geniş bir yay çizerek tekrar batıya yönelmesiyle oluşan bu yarımada üzerindeki Kutü’l-Ammare kalesinde sıkıştırılan İngilizler, kendilerini karadan (batı tarafı) kuşatan Türk ordusuna karşı iki kademeli bir savunma hattı oluşturmuşlardır.