Uzaydaki Tarlalar
Tefekkür Allah’ın kutlu elçisine İsra gecesinde eşlik eden Burak gibidir. Tefekkür ehli bir insan yıldızların pırıl pırıl parladığı gecelerde gökyüzünü seyretmeyi bir tutku haline getirmiştir. Bağrında nice sırlar barındıran o gecede karanlık perdeyi aralayıp, gecenin gizlediği aydınlık gerçekleri seyretmeye başlayınca gözdeki perde de zamanla aralanır ve basiretin önündeki engeller yok olup gider. Allah’ın keskin kılıcı Hz. Ali Efendimiz bu gerçeği “Basiretin kaynağı tefekkürdür” sözüyle dile getirmiş ve çağlara ışık tutmuştur.
Gökyüzünü herkes seyreder etmesine de, ancak tefekkürle temaşa edenler uzak yolları yakınlaştırabilir. Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah’ın isim ve sıfatlarını kâinat penceresinden temaşa etmek tefekkürle mümkündür ki, böyle bir gerçekle yüzleştiğimizde zaman ve mekân hükmünü yitirir. Cama bakmak yerine camdan bakarsak göz menzili dışında kalan mekânın en uç noktalarını yakın edebiliriz. Zaman içinde zaman, mekân içinde mekân çıkar karşımıza, Allah’ın isim ve sıfatlarını müşahede makamı yoldaşımız olur.
Yaratılmış olan her şeyin bir sonu olduğu gibi bu yıldızların da bir eceli vardır şüphesiz. Ziyası kaybolup ölen yıldızlar gökyüzünde bir çöplüğe gitmez. Allah yeryüzündeki kara toprağı yeniden yaratmaya bir sebep kıldığı gibi gökyüzünde de bazı kara noktaları yeniden yaratmaya sebep kılmıştır. Biz ölülerimizi, çöplerimizi ve hatta bütün pisliklerimizi toprağa atarız, toprak onları, Allah’ın kendisine biçtiği görev icabı temizler ve bize tertemiz, çiçekler, bitkiler ve meyveler olarak ikram eder. Biz de topraktan geldik o halde toprağın karakterinden uzaklaşmak bize yakışmaz. Bize kötülükle gelenleri temizleyip, iyiliğin koynuna, merhametin kucağına göndermeliyiz. Temizlenmek istemeyenler için yapacak bir şey yok. Onlar da kendilerini bir gün toprağın altında bulacaklar ama asla kabuğunu kıran bir tohum olamayacaklar, misyonları gübre olmaktan öteye geçmeyecektir.
İşte gökyüzünde ölen yıldızların da benzer bir serüveni olmalı. Bu yıldızlar güneşe nispetle bize küçük görünse de güneşten daha büyük yıldızlar da vardır. Çok uzaklarda oldukları için bize küçük görünüyorlar. Böyle bir büyüklüğün öldüğünü düşünsenize! Kararıp bütün ışığını yitiren yıldızlar bir çöplükte toplanmaz. Toprağın yaptığı gibi onları yutan ve başka bir boyuta yeniden doğuran bir işleyiş gökyüzünde de vardır.
İşte göklerdeki bu kara delikler ölen gök cisimlerini yutup yeniden pırıl pırıl yıldızlara dönüştürüyor. Yıldızlar bir taraftan ölürken, başka bir yerde yeniden doğuyor. Cenabı Allah gökyüzünün genişlediğini Kur’an’da bildirdiğine göre yıldızların sayısı da artıyor yenileri yaratılıyordur. Tıpkı toprağa düşen tohumlar gibi. Bir tohum ölür, toprağa gömülür ba’su badel mevti yaşar ve baharda yeşerir. Bir tohum binlerce tohuma da gebedir üstelik. Bahar gelmeden önce yıldırım, şimşek, yağmur, çamur, fırtına da bir kıyamet gibidir tohumlar için. Kışın kopan küçük kıyamet yeniden dirilişin habercisidir. Bir tohum ölür binlerce tohum dirilir. İnsan da bir tohumdur, o da ölür. Onun ba’su badel mevti ahiret hayatıdır. Sonunda kopacak kıyamet de bu dünyada provasına şahit olduğumuz tufan ve fırtınanın akla hayale bile gelemeyecek kadar şiddetlisinden ibarettir.
Öyle bir tufandır ki o, dağları yerinden koparıp yürütür, yerin altındakileri yerin üstüne çıkarır, yıldızları ve güneşi birbirine geçirip parçalar. Kıyamet de bizim için sancılı bir doğumun habercisidir. Her kışın sonunda baharı getiren o kâdir-i mutlak, insanı yepyeni bir yaratılışla yaratır. Böyle bir gerçek varken insanlar nasıl olur da maddeleri uğruna manalarını heba ederler? Bir tohum olarak insanlar neden kendilerini bir çiftçiye emanet edeceğine, ayaklar altına düşüp manalarını yok ederler. Çiftçi bir tohumu gömerek öldürür ama tohumun manası için maddesini öldürür. Hiç ayaklar altındaki tohum mükemmelliğe doğar mı? Maneviyatını öldüreceğini bile bile ayaklara kul köle olur mu? Ölümün yok oluş değil, gerçek bir diriliş olduğunu nasıl anlayamaz insanlar?
Bir Müslüman mürşitlik yolunda yeryüzünde toprak gibi, gökyüzünde yıldızları yutan kara delikler gibi olmalı. Kendisine gelen, ruhu ölmeye yüz tutmuş insanları tefekkürle yoğurup Allah’ın rahmet ve merhamet boyutuna doğurmalı. Hitap ettiği toplulukları kendi etrafında pervane yapmak yerine kendisinden geçirip, onları olgunlaştırarak başka bir boyuta, yani Allah’ın kucağına göndermelidir. Rableriyle yüz yüze getirmeli, kendisine kul, köle etmemelidir. Ancak böyle bir durumda gerçek mürşit olunabilir. Kendisini merkeze oturtup müntesiplerini peyk gibi etrafında pervane yapanların akıbetleri ortada değil mi? Niçin ibret alamıyoruz? Neden aklımızı kullanamıyoruz?
Selam ve dua ile…