Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, kadın ve erkek rollerinin biyolojik varlığımıza ait ve değişmez olduğu varsayımına dayanır.
Kadınlara şefkat, merhamet, yumuşaklık özellikleri ithaf edilirken erkeklere sertlik, savaşçılık gibi sıfatlar uygun görülür. Bir kadının savaşçı ve sert olması “erkek gibi kadın” yakıştırmasına neden olurken ve bu toplumda iyi bir meziyet olarak değerlendirilirken, şefkatli ve sevecen olan erkekler için “kadın gibi olmak” neredeyse hakaret olarak değerlendirilir. Ve ister istemez kadınlara yakıştırılan sıfatların toplum için aşağılayıcı bir özelliğe bürünmesine neden olur.
Toplumsal cinsiyet ayrımcılığına dayalı vurgular çok küçük yaşlarda bulunmaz, yaş ilerledikçe belirgin hale gelir. İlkokul çocukları bile “kız gibi” yakıştırmasını yapmaya başlarlar. Küçük yaşlarda başlayan bu baskılar sonucunda da ne yazık ki eve hapsolan, bağımlı hale getirilen kadınların sayısı artar.
Toplumsal cinsiyet eşitliği ile oluşturulmaya çalışılan da cinsiyet ve cinsel kimlikler dışında kalan yaşantılarda herkesin her alanda başarılı olabileceği düşüncesinin önünü açmaktır. Baskı ve yakıştırmalar sonucu adım atmaya çekinen, ayıplanacağını düşünen ve hayal, ideallerinikadınların gerçekleştirmekten uzak duran ve bu konuda aile ve çevre baskısı gören kadınların yaşamda erkekler gibi güçlü olabileceğini, içinde bu gücü bulundurabileceğini göstermek gerekir. Kadının güçlü olmasının erkeğe bağlı olmadığını sergilemektir amaç.
Çalışan ve özellikler şehirlerde yaşayan kadınların zincirleri kırma çabalarını da görmek mümkündür. Erkek egemenliğinde olan pek çok iş ve meslekte (mühendislik, taksicilik, itfaiyecilik gibi) de kadınlar “ben de yapabilirim” demeye başlamıştır. Aynı zamanda kadınlara atfedilen mesleklerde de (Öğretmenlik, hemşirelik, psikologluk, aşçılık vb.) pek çok erkek çok başarılı olmaktadır. Kalıp yargılar nasıl zamanla oluşmuşsa zamanla da yıkılacaktır. Kadın ve erkeğinde istedikleri her işte başarılı olabileceğini göstermenin yolu, (üzerindeki baskıların çok fazla olması nedeniyle) kadınları güçlendirmekten geçmektedir. Bu örneklerin çoğalması, özellikle kadınların her alanda başarıyı yakalayan örneklerinin sergilenmesi toplumsal cinsiyet ayrımcılığına zamanla son verecek ve toplumun her kesimine bu eşitliği ulaştıracaktır. Bu sayede okutulmayan, eve hapsedilen, evlenmekten başka evden çıkma şansı olmayan kızlarımız da hayallerine kavuşabileceklerdir.
Çocukların yetiştirilmesi esnasında kalıp yargılardan hangilerinin kullanıldığına dikkat edilmelidir. Ağlayan oğluna “kız gibi ağlama” diyen bir anne aslında kendi cinsini aşağılamakta ve cinsiyet ayrımcılığı sergilemektedir. Bu nedenle kadınları aşağılayan erkekleri yücelten sözler, atasözleri, deyimler ve kalıp yargılardan uzak durularak her iki cinsiyetteki çocuklara da eşit gelişim imkânları tanınmalıdır.