“THE END”/ Gülen Projesinin Sonu
15 Temmuz darbe kalkışması üzerine onlarca analiz yazısı yazıldı, ekranlarda uzun uzadıya yorumlar yapıldı. Gülen’in unutulan geçmişi üzerine çok fazla tarihsel analizler yapıldığına pek tanık olmadım.
Sabah Gazetesi yazarı Ersin Ramoğlu’nun Gülen’in gençlik yıllarındaki cinsel sapıklığı üzerine yazdığı 26 Temmuz 2016 tarihli yazısı, önemli sayılabilecek bir kitleyi peşinden sürükleyen bu şahsın gizli yönlerinin ortaya dökülmesiaçısından kayda değer buluyorum. Ramoğlu, bu yazısında gazeteci Haydar Meriç cinayetinin iç yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Gülen’in Kırklareli’nde görev yaptığı dönemlerde Hızırbey Camisi'nin tuvaletçisiyle cinsel ilişki yaşadığı iddiasını araştıran Haydar Meriç’in tuvaletçinin itirafını belgelemesi sonucu Fetullahçı polislerce öldürüldüğünü, tuvaletçinin de boğdurularak katledildiğini okuyucuların dikkatine sunmuş. Ben de bu yazının adeta devamı niteliğinde olacak tarihsel bir analiz yaparak bu yapılanmanın o dönemden günümüze kadar olan seyrini özetlemeye çalışacağım.
Üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin 23 Mart 1960’da vefat etmesi sonrası oluşan boşluktan yararlanmak üzere sahneye çıkan Fetullah Gülen, 1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli’nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmaları yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış vedindar çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ile dikkatleri üzerine çeken Gülen, görev yaptığı caminintuvaletçiyle yaşadığı skandal sonrası, dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısının teşvikiyle 1966'da İzmir Kestanepazarı’na tayin edildi ve orada hedefine uygun, kendine özgü bir örgütlenme içine girdi.
Necmettin Erbakan’ın 1960'li yılların sonlarında Demirel'in emriyle Odalar Birliğindekigörevinden alınması olayı bütün İslami kesimleri etkilemişti. Masonluğuyla bilinen Demirel'in, İslami hassasiyetiyle bilinen Erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, bütün İslami çevrelerde tepkiye neden olmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gündeme gelince, bütün İslami kesimler heyecanlandı. Ali Babacan’ın halası olan Hatice Babacan’ın 1968 yılında başörtüsü yüzünden İlahiyat fakültesinden kovulması İslami kesimi ayağa kaldırmakta gecikmedi. Bu olay İslami kesimler arasında Adalet Partisine olan güveni azalttığı için yeni parti kurma görüşü destek kazandı ve merhum Erbakan Milli Nizam Partisini kurdu. Erbakan’ın attığı bu adım yaklaşık yarım asır sonra Gülen’i tamamen ortadan kaldıracak siyasi kadroları yetiştirecekti. Bu kadroların müstakbel dinamosu kuşkusuz Recep Tayyip Erdoğan olacaktı.
Milli Nizam Partisi’nin kurulduğu dönemlerde Fetullah Gülen, İzmir bölgesinde verdiği vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Bu süreçte Gülen’in Nurcuların önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona "Nur dershaneleri aç" demesine rağmen, Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra kendine özgü "Işık Evleri" diye anılacak olan dershaneleri açmaya karar verdi. Bu dershanelerde Bediüzzaman Said Nursi'nin Risalelerini değil, kendi kitap ve vaaz kasetlerini ön plana çıkararak farklı bir çalışma tarzı benimsedi. Fetullah Gülen, Nur camiasının içinde bir 'Fethullahçılık' oluşturarak Nurculuğu bölme ve sonra da tamamen ortadan kaldırma çabasına girmişti. Üstelik cemaate katılan takipçileri Fetullah Gülen’e Mehdi, Hz İsa, Kâinat İmamı gibi manevi sıfatlar da yakıştırmaya başlamıştı.
12 Mart 1971 muhtırası bütün İslami kesimi tedirgin ettiği gibi Nurcuları da tedirgin eden bir darbe olmuştu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971 'de cemaatin güçlü lideri Zübeyir Gündüzalpvefat etti. Fetullah Gülen 12 Mart sürecinde İzmir’de tutuklandı. Avukat Bekir Berk, Gülen’i savunmak için İzmir’e gitti.
İtiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir’e geçti ve bir dershanede Risale-i Nur dersi yaparken yakalandı. Tutuklanan Avukat Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığına sevkedildi. Mahkemede Bekir Berk ve diğer Nurcular açıkça Nurcu olduklarını söyleyip savunma yaparlarken, Fetullah Gülen Nurcu olmadığını, bir din adamı olarak Risalelerde neler yazdığını merak ettiği için incelediğini söyledi. Ama bunun kendisine bir faydası olmadı; Bekir Berk bir yıl ceza alırken, Fetullah Gülen üç yıla mahkûm edildi. Erbakan ve arkadaşları 12 Mart muhtırasından sonra kapatılan Milli Nizam Partisinin devamı olan Milli Selamet Partisini kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye’nin üçüncü partisi olmayı başardı. Nur cemaatinin Yeni Asya grubu bu süreçte Demirel’in Adalet Partisini desteklerken Fetullah Gülen Milli Selamet Partisi şemsiyesi altında büyümeyi hedeflemişti. Erbakanda kurmaylarına "Fetullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun" talimatı verdi. Bu yakınlaşma sonrası Fetullah Gülen’in yıldızı parlamaya başladı. Temelini attığı cemaat bir anda hareketlendi. İzmir Bornova Camii'ne her taraftan akın akın insanlar geliyor, Gülen’in Cuma vaazlarını dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dershanelerde ağırlanıyor ve onlara teyp kasetlerinden Gülen’in önemli vaazları dinletiliyordu. 1978'de yayınlamaya başladığı Sızıntı dergisi sayesindecemaatin beyin takımını da oluşturmuştu. MSP teşkilatlarının desteği de buna eklenince Gülen ve takipçileri etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. Bu büyüme eğiliminden cesaret alan Gülen MSP’den kopmaya ve bağımsızlığını ilan etmeye karar verdi. 24 Haziran 1980'de yaptığı bir vaazında MSP'yi ve yayın organı Milli Gazete'yi eleştirmesi büyük tartışmalarayol açtı.
Gülen, Erbakan hocayı çekinmeden eleştirirken Erbakan hoca Gülen’i açıktanaçığa eleştirmiyordu. Öte yandanTürk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde darbeye zemin hazırlayan Özel Harp Dairesinin (Kontrgerilla) planladığı anarşi olayları Erbakan-Gülen çekişmesiniikinci plana itmişti. 12 Eylül askeri darbesi sonucu MSP kapatıldı, Erbakan da cezaevine gönderildi. Aranan teröristler listesinde Fetullah Gülen de vardı ancak o Bornova’daki vaazlarına devam ediyor ve Amerika’nın “Ourboys” dediği Cunta kendisine dokunmuyordu bile. Gülen, Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazmaya başladı. Darbeden bir ay sonra yazdığı “Asker” ve “Son Karakol” adlı yazılarında askerlerin “tepe” bir varlık olduğunu söyleyerek, Türklerin anadan doğma asker millet olduğunu belirtti. Gülen’e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, "Bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı."
28 Şubat post modern darbesinin de planlayıcıları arasında yer alan Gülen ve arkasındaki gizli güç Necmettin Erbakan’ı siyaset sahnesinden tamamen silmeyi kafasına koymuştu. Ancak bu süreçten sonra yeniden yapılandırılan, Milli Görüş gömleğini gizleyerek siyasi faaliyete başlayan ve cemaatin başlangıçta büyük destek verdiği Recep Tayyip Erdoğan’ın AK PARTİ’si Gülen için sonun başlangıcı olacaktı.
Yakın tarihteki süreci zaten biliyorsunuz. AK PARTİ iktidarının üçüncü döneminde Gülen’in devlet içindeki kadroları sayesinde “Ergenekon” ve “Balyoz” soruşturmalarıyla ulusalcı darbeciler bertaraf edilmişti. Bu davalardan sonra boşalan makamlara kendisini gizlemeyi başaran Fetullahçı kurmaylar getirildi. Sınavlarda yolsuzluk yaparak Harp Okullarına giren, torpil ve kayırmalarla generalliğe kadar yükselen liyakat ve kabiliyetten yoksun FETÖ’cü askerlerin emperyalist güçlerin desteğiyle 15 Temmuzda giriştiği darbe fiyaskoyla sonuçlandı. Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan’a kayıtsız şartsız tabi olan Türk milletinin kahramanca direnişi sayesinde bir destan yazıldı. Bu yazının kaleme alındığı günlerde Türk halkının hala devam eden direnişi emperyalist batıya ve yerli cunta sevdalılarına gözdağı vermeye devam ediyor.
Sonuç olarak elli yıllık sinsi Gülen projesi tarih sayfalarındaki tozlu raflara havale edilmiş oldu. Bu projenin mimarı olan CİA’nın Türkiye masası şefi olan Graham Fuller’in bütün hayatını adadığı faaliyetlerin devamı gelecektir kuşkusuz. Din adamı kisvesine bürünmüş başka popüler hocalar (!) şer tohumlarını atmaya başlamış bile olabilirler. Ama bir şey hiç unutulmayacak; Türk milleti imparatorluk geleneği olan köklü bir medeniyetin mensubudur. Hiçbir şey olmamış gibi kendi işine bakar ama iş başa düşünce tankların önüne göğsünü siper etmeyi de bilir. Batı dünyası bu duruma oldukça içerlemiş olacak ki, diş gıcırtıları okyanus ötesinden buralara kadar duyuluyor. İslam dünyasına gelince…
Son bir asırdır başsız kalan Müslümanlar adı konmamış halifesini çoktan bulmuştu bile. Türk milletinin bu ruhunu her daim canlı tutabilmek için 15 Temmuzun Özgürlük ve Bağımsızlık günü olarak kutlanması ve milli bir bayrama dönüştürülmesi isabetli olacaktır.
Selam ve sevgiler. Esen kalın…