Şeytanla Sınavımız
Hikaye bu ya, adamın biri şeytanla karşılaşır ve aralarında şu konuşma geçer:
“Kimsin sen?”
“Ben Şeytanım.”
“O elindekiler ne öyle?”
“Bunlar yulardır.”
“Ne yapıyorsun onlarla?”
“Kandıracağım insanların boynuna takıp onları peşimden sürüklüyorum.”
“Benim yularım hangisi gösterir misin?”
Şeytan adamın meymenetsiz suratına şöyle bir baktıktan sonra cevap vermiş:
“Sen yularsız da gelirsin!”
Allah sonsuz ilmiyle yarattığı kulunun tıynetini çok iyi bilir ve bu tıyneti ortaya
çıkarmak için bazı olayları takdir edip kişiyi sınava tâbi tutar, dolayısıyla o tıynetin
aslını saklama ihtimalini ortadan kaldırır. Kişinin gerçek kimliği böylece ortaya çıkar.
O kişi de gerçek kimliğiyle mahşerde teraziye konur. Yani başımıza gelen olayların
büyük çoğunluğu, bizim irademiz dışındadır ve bizi sınamak amacıyla Allah
tarafından şekillendirilmiş bedensel ve çevresel tecellilerdir. Bizim için önemli olan
başımıza gelen olaylar karşısında nasıl bir duruş sergilediğimizdir.
Mahşer günü bu duruşlarımızın toplamı bizim için bağlayıcı olacaktır. Allah
kaderi hatasız tecelli ettirir. Hiçbir kul bu tecelli karşısında iyi veya kötü olan tıynetinin
ortaya çıkmasını engelleyemez. Mutlak ilahî adalet terazisinde itiraz edebilecek hiçbir
boşluk yoktur.
Kader; insanı ilahî imtihandan muaf tutacak, insanın sorumluluğu dışında
gerçekleşecek bir olay da değildir. Allah’ın iradesini yok sayan, dolayısıyla insanların
âciz kudretine terk edilen basit bir tecelli değildir kader. Yani şerrin Allah tarafından
yaratılması değil, şerrin kazanılması şerdir.
Şeytana gelince; o insanın ve Allah’ın apaçık düşmanıdır. Şeytan öyle bir
varlıktır ki, Allah onun içindeki şişmiş “ene”yi çok iyi bilmesine rağmen onu bir süre
meleklerin makamında tuttu. O da bulunduğu bu yüksek makamın, Allah’ın kendisine
lütfettiği bir makam değil de, kendi üstünlüğünden kaynaklanan bir makam zannetti.
Allah da sonsuz ilim ve adaletiyle şeytandaki bu melun tabiatı ortaya çıkarmak
için onu Hz. Âdem’le sınava tâbi tuttu. Âdem’i de hem Şeytan’dan hem de
meleklerden daha donanımlı bir ruhla yaratarak “İşte benim halifem budur ve o
sizden üstündür” dedi. Melekler ilk anda bir tereddüt geçirseler de kendilerinde
bulunan üstün meziyetlerin asıl kaynağının Allah olduğunu ve onun takdiriyle
verildiğini bilerek, Allah’ın emrine uyup insana tâbi oldular.
Ancak Şeytan sahip olduğu üstünlüğün kendisinden kaynaklandığını
zannederek, büyük bir ihanet ve yanılgıyla Allah’a “Sen sensin, ben de benim.” deyip
isyan etti. Bu yüzden de âdemoğluna tâbi olmayı, dolayısıyla da Allah’ın emrine
uymayı reddetti. Böylece Allah’ın sonsuz ilmiyle bildiği kötü tıyneti ortaya çıktı ve
Şeytan o üstün makamdan alınarak tıynetine uygun lanetli ve aşağılık bir makama
indirildi.
Şeytan da kendisini o üstün makamdan düşüren sebebin Allah değil de insan
olduğunu zannetti. Bu yüzden insana büyük bir kin besledi ve intikam almak amacıyla
insanı “halifelik” gibi üstün bir makamdan düşürmek için kıyamete kadar mühlet
Zaten insanın bu ‘halifelik’ makamına yükselebilmesi için de Şeytan gibi bir
sınavdan geçmesi gerekiyordu.
İnsan ruh olarak donanımlı bir halifedir, ancak beden olarak bir hayvandır.
Allah insanın bu ruhla kendisini tanımasını istemiştir. Şeytan da insandaki bu
hayvansal bedenin isteklerinden hareketle, ya insanı hayvandan daha aşağı
sapkınlıklara doğru tahrik etmiş ve ayartmış, ya da Allah tarafından insana
bahşedilen o üstün vasıfları Allah’tan değil de kendisindenmiş gibi hissettirip kendini
ilah edinme sapkınlığına düşürmeyi hedeflemiştir.
Eğer bu ikisini de yapamıyorsa, kendisinden daha üstün gördüğü başka bir
insandaki olağanüstü donanımları ilahlaştırarak kula kul olma yolunda başka bir
sapkınlıkla karşı karşıya getirmiştir.
İşte şeytanla insanın mücadelesinin özü budur.