Selefsiz Selefçilik
Dini asrısaadetten itibaren ilk üç neslin anlayıp yaşadığı gibi anlayıp yaşama iddiasına verilen akımın adı Selefiliktir. Bu akımın günümüzdeki sürümüne “neo-selefilik” denmesi daha uygun düşecektir. Zira gerçek Selefilerin görüş, düşünce ve uygulamalarına karşı çıkanların bu ismi kullanması en hafif bir ifadeyle etik değildir. Neo-Selefi’lerin Montgomery Watt, Philip Hitti, Toshihiko Izutsu gibi şarkiyatçılara gösterdikleri toleransı Sahabe, Tabiun ve Tebei Tabiun dönemi ulemasına göstermemeleri de bir gerçektir. Bu ön açıklamadan sonra sadede gelebiliriz.
Bir ağaç; kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği, havası, toprağı, suyu, güneşi ve diğer bütün gayeli unsurlarıyla meyveye odaklıdır. Bütün bu sayılan şeyler o ağacın meyvesi içindir. Bu evren ağacı da bütün unsurlarıyla bu muazzam ağacın meyvesi hükmünde olan insana odaklıdır. Zira Yüce Allah bu evreni insan için yaratmıştır. İnsanlar arasında en üstün olanlar da “Allah’ın halifesi” kimliğini kuşanmış imanlı insanlardır. Müminler kâinattaki en üstün varlıklar olduğuna göre inkârcıların karşısında asla aşağılık kompleksine düşmezler.
Ne yazık ki son yıllarda entelektüel İslami kesim Kur’an ayetlerini inkârcıların dümen suyuna doğru evirip çevirme merakındalar. Tribüne oynamaya meraklı neo-selefist bu taife bilimle ve gerçekle asla bağdaşmayan, insan aklına ve onuruna yapılan en iğrenç saldırı olan “Evrim Teorisi”ni aklamaya ve tam da yıkılmak üzereyken bu hurafe teoriye omuz vermeye kalkıyorlar. Dahası yaratılışla evrimi sentezleyerek ortaya ucube bir teori çıkarıp bu eylemlerine Kur’an’ı alet etme cüreti göstermekten de çekinmiyorlar. Allah’ın yaratmasındaki “tedricilik” ilkesini evrime yormak şeytanın bile aklına gelmeyecek bir aymazlıktır. Evrim teorisinin amacı bellidir, Allah’ı inkâr ederek soyut bir kavram olan zaman ve tesadüfü ilah edinmek. Profesör Michael Behe gibi bir Amerikalı bütün ömrünü evrimi yıkmak için heba ederken bizimkiler “evrim” havarisi kesildi.
Ateistlerin saçma sapan sorularına cevap vermekten aciz oldukları için Kur’an’ı inkârcıları ikna edecek şekilde evirip çeviriyorlar. Allah bir tane Âdem yaratmamıştır, birden fazla Âdem’ler yaratmıştır diyerek güya tek bir anne babadan doğma kardeşleri evlendirmenin ensest olduğunu ve bu uygulamanın Allah’a hâşâ yakışmayacağı iddiasındalar. Bu yüzden de Hucurat suresindeki “Ey İnsanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık, sonra da birbirinizi tanımanız için sizleri kabilelere/ırklara ayırdık.” ayetini inkâr ediyorlar. “Âdem ve Havva’nın ebeveyni vardı”, “Âdem evrimini tamamlamış ilk insandır” gibi mide bulandırıcı fitne fitili ateşleyen iddialar ve daha neler neler… Âli İmran suresinin 59. ayetinde Cenabı Hak “Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir ki, onu topraktan yarattı ve sonra “ol” dedi ve o da oluverdi.” buyuruyor. Piyasada boy boy mealleri bulunan ve ekranlarda sözde tefsir dersleri yapan neo-selefist evrimci bir zat bu iki ayeti tefsir ederken hiç ürpermiş midir? Kur’an okunduğunda kalpleri ürperen müminlerden olmak Allah’ın müminlere verdiği şerefli bir paye değil midir?
Öte yandan Müslümanlara Hz. Âdem’in evlatlarının ensest evliliklerinin hâşâ gayri meşru evlatları muamelesi yapan evrimci/ateistlere de birkaç sözümüz var elbet. Ataları olarak kabul ettikleri primatlar ve onların da atası olan sözüm ona evrimleşememiş hayvanlar bugünkü hayvanlardan farklı mıydı? Bir tavuğun haftalarca bıkmadan usanmadan üzerine yattığı yumurtalar istikbalde annesi ve kardeşleriyle birlikte olacak horozlara gebe değil midir? Başlangıçtan bu güne kadar tüm münasebetleri ensest olan bir taifenin haddine mi düşmüş Hz. Âdem’in evlatlarının evliliği?
Şunu asla unutmayalım ki, hiçbir kanun ezeli değildir ve Yüce Allah’ı bağlamaz. Bütün kanunların hâkimi Allah’tır ve bütün bu kanunlar izafidir. Ancak Allah’ın emriyle hüküm halini alır. Kardeşlik de izafi bir kanundur. Cenabı Allah Hz. Âdem’in evlatlarını yarattığı zaman bu kanun yürürlükte değildi. Nesil ikinci kuşağa geldiğinde bu kanun Allah tarafından konmuştur. Zaten ruhlar müstakil yaratılmıştır. Bedenler ise topraktan ve çamurdandır. Çamurda kardeşlik kanunu da yoktur. Aralarındaki muazzam bağ yaratıcılarının bir olması sebebiyledir. Fakat kardeşlik iradi ve özel statüsü olan bir kanundur. Kardeşlerin birbiriyle evlenmeleri de Allah’ın koyduğu kanunla yasaklanmıştır. İlk insanların çoğalmaları esnasında birinci kuşaktan sonra bu kanunun uygulandığını neden akıl edemiyorlar? Dolayısıyla Hz. Âdem’in hiçbir evladı “Ben nasıl oluyor da kardeşimle evlenebiliyorum!” diye kendisini sorgulamamıştır. Çünkü Allah’ın koyduğu kardeşlerin evlenmemesi kanunu henüz fıtratlara yerleşmemiştir. Bu insanların tefekkür yoksunu olmaları ve olaylara konjonktürel bakamama zafiyetleri onları Allah adına varsayımlar üretmeye kadar götürüyor.
Kaldı ki, “Evrim” saçmalığı batı dünyasında bile bilimsel olmaktan çıkmışken bu mealci taifeye ne oluyor da bu zırva teoriyi İslam’la bağdaştırmaya çalışıyorlar. Güya Hz. Âdem ilk insan değil evrimini tamamlamış ilk insanmış. Müslümanların başka hiçbir sorunu kalmamış gibi “İslam ve Evrim” konulu kitaplar yazarak güya bilimsel çevrelere şirin görünecekler. İslam âlimlerine göstermedikleri toleransı ne yazık ki din düşmanı cahil profesörlere hem de İslam’ı peşkeş çekerek gösteriyorlar. Evrim teorisi yüzyılı aşkın bir süreden beri kanunlaşamadı. Bu teori tırmanmak istediği yokuşta patinaj yaparken bu yaratılış inkârcısı teoriye omuz vermek Müslümanlara mı kaldı? Bu şeytanın ekmeğine yağ sürüp onun uşaklığını yapmak, Müslüman insanları inkâra sürüklemek değildir de nedir?
Bu taife ve talihsiz takipçilerini dillerine doladıkları klişeleşmiş üç beş konudan deşifre edebilirsiniz. Bu satırları yazan fakir de bir zamanlar bu taifeye mensup olduğu için onların içinde bulundukları haletiruhiyeye vakıftır. Her fırsatta dile getirdikleri “kabir azabı yoktur” sözü bu klişe konulardan bir diğeridir. Kabir azabını inkâr etmek azaba layık insanları aklama gayretinden başka bir şey değildir. Gömüldükten sonra toprağın bile kabul etmeyip dışarı kustuğu tağutlardan ne haber benim saf kardeşlerim? İnsanların ölüm esnasındaki yüz ifadeleri bile gideceği yer hakkında önemli ipuçları veriyorken azaba layık olanları aklama çabası en hafif bir ifadeyle Allah’ın adaletine güvenmemektir. Yasin suresinin 52. ayetinde kâfirlerin “Eyvah! Bizi mezarımızdan kim diriltti?” diyerek uyanmalarını kabirde azabın olmadığına delil gösteriyorlar. Cehennem azabının yanında kabir azabının hafif kalacağını düşünemiyorlar. Yarın idam edilecek bir suçlunun bir gece önceki uykusunun kâbus olacağı muhakkaktır. Kaldı ki Cenabı Allah bu dünya hayatını bir uykuya benzetmiyor mu? Bu dünya bir rüya hükmündedir demiyor mu? Mademki Cenabı Hak ölümü uykuya benzetiyor, azabı bekleyen inkârcılar gidecekleri yerin kâbusunu görmesinler mi? İnsanlar kâbustan uyanırken elbette “eyvah” demezler ama uyandıkları mekân cehennemse işte o zaman bir değil bin “eyvah” çekerler.
Tefekkür etmek farzdır değerli kardeşlerim. Allah aklını kullanmayanları pislik içinde bırakır, aklımızı kullanıp biraz olsun tefekkür edelim ki, kurtuluşa erenlerden olalım.
Dua ve selam ile…