Ölümle Yüzleşmek

16 Ara 2015 - 17:45 YAYINLANMA

Kaçınılmaz gerçeklerle yüzleşmekten korkan kişiler tanıdım. Siz de tanımışsınızdır. Hatta bu yazının tamamını okuyacak cesaretiniz yoksa ve yarım bırakıp gidecekseniz siz de gerçeklerle yüzleşmekten rahatsız oluyorsunuz demektir. Ölüm gerçeği ağzımızın tadını kaçırıyorsa, “şu genç yaşımızda ölüm muhabbetlerine girmeyelim” diyorsak acı sona hazırlıksız yakalanmayı göze alıyoruz demektir. İhtiyarlar sıra sıra gidiyor lakin gençlerin de ara sıra gittiğini unutmayalım. 

Büyük şair Necip Fazıl soruyor: 

Dün geçti, 

Yarın var mı? 

Gençliğine güvenme! 

Ölen hep ihtiyar mı? 

Gerçeklerle yüzleşmekten asla korkmayın. Biz Allah’ın son dini İslam’ı kalben tasdik etmiş, iman sahibi kişileriz. Gerçeği gördüğümüzde, onu hakkıyla kabullenebilecek bir vicdana, insanlığa, cesaret ve iradeye sahibiz. O halde gerçeğin aydınlığıyla yüz yüze gelmekten korkmayalım! Gerçeklerle karşı karşıya geldiğimizde, kendi karanlıklarımızı çiğneyip, gerçeğin aydınlığına yürüyebilecek cesareti gösterelim! 

Şunu bilelim ki, öldükten sonra bir daha bu dünya hayatına geri gelmeyeceğiz, böyle bir fırsatı bir daha asla yakalayamayacağız! Allah, bizleri, meleklerin bile imrendiği, varlıkların en mükemmeli olan insan olarak yaratmışken, neden gerçek anlamda insan olmayalım? 

Şuna kesin olarak inanın ki, mutlaka bir gün gerçek bir ölümle öleceğiz! Söyler misiniz, gerçek bir ölümle ölecek olan insan, neden sahte ve içi boş bir hayat yaşasın ki? Her şeyiyle amaçlı, anlamlı ve düzenli olan bu hayat, insana boyun eğdiriliyorken insan nasıl olur da, bu kadar anlamsız, amaçsız ve düzensiz olabilir ve nasıl olur da geçici, sahte mutluluklara boyun eğebilir? Vücudu sahte bir cennette boş hayallerle avunurken; kalbi, aklı ve vicdanı cehennemde azap çekiyorsa böyle bir insan mutlu olabilir mi? 

Yeryüzünün her karış toprağı bir mezar değil midir? Şu an yaşamakta olanlar ve henüz doğmamış olan insan toplulukları mezara girmek için sırasını beklemiyor mu? O hâlde, iki mezar taşı arasında gezinen bir karıncadan ne farkımız var? Bu dünya hayatı, ahirete oranla kısa bir hayal, kısa bir rüya hükmünde değil midir? Bütün gelecekler yakındır ve kesinlikle bilelim ki yarınlarda hepimiz mutlaka ölüyüz!  Öyleyse hayatımızda bize hayat veren olmadıktan sonra yaşayıp da ne yapacağız? Bize bu sevgiyi, aşkı verip, bu kadar nimetleriyle, eserleriyle bize kendini sevdirip tanıtan yüce bir Zat'la, yaşamadıktan sonra, hangi âciz ölümlüyle, nereye kadar yaşayacağız? Sonsuz karanlıkları, sonsuz bir nur yerine, sönmeye mahkûm mumlarla aydınlatabilir miyiz? 

Madem yaşayacağız; öyle biriyle yaşayalım ki, yaşadığımıza değsin ve madem sevmek var; öyle birini sevelim ki, sonsuzlara kadar sevdiğimize değsin. Ve madem gerçek bir ölümle ölmek var, öyle biri için ölelim ki, öldüğümüze değsin. 

Şairler sultanının dediği gibi: 

İnsan sevme hissini israf etmemeli, 

Kim ne kadar sevilmeye layıksa, 

Onu o kadar sevmeli…

İnsanlığın başlangıcından günümüze kadar, kesintisiz bir şekilde devam eden bütün dinî deneyimlerle, ilahî vahye şahitlik eden bütün mukaddes kitaplarla, mucizeleriyle donattığı yüz yirmi dört bin peygamberle ve son gönderdiği İslam diniyle, Rabbimiz bizleri sahipsiz ve sığınaksız bırakmadığını apaçık ortaya koymuştur. 

Biz de şahitlik ediyoruz ki; bütün ahengi, düzeni, hikmeti, gizem ve güzellikleriyle evrenin ve bütün varlıklar âleminin yegâne yaratıcısı ve hâkimi, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. O tektir, ondan başka İlâh ve Rab yoktur, ezelî ve ebedîdir. Kendisine Kur’an gibi ebedî bir rehber vahyedilmiş olan Hz. Muhammed de; Allah tarafından diğer bütün elçilerine gönderilen ilahî vahyi tasdik eden, evrensel mesajı ile sadece günümüze değil, bütün insanlığa ışık tutan ve bütün çağlara rahmet olarak gönderilmiş son peygamberdir. İslam dini de, bütün peygamberlerin, üzerinde sapmadan yürüdükleri ilahî mesajın özünü ve asli prensiplerini ortaya koyan ve olgunlaştıran son dindir. Bu öylesine sonsuz bir gerçektir ki, güneşten daha açık, evrenin kendi varlığına olan tanıklığından daha kesindir. Bu gerçek, insanlığın ufkunu kuşatan sonsuz bir okyanus, nuruyla her şeyi aydınlatan sonsuz bir güneş gibidir. O sonsuz nurdan yansıyan bir pırıltı, sonsuz deryadan insanlığa yağan bir damla bile, bâtılın bütün karanlıklarını dağıtmaya yeterlidir. Bu gerçeklerle yüz yüze gelen hiç kimse; bu gerçekleri çiğneyemez. Bütün geçmiş kitapların ve peygamberlerin müjdelediği, hak dinlerin tamamının özünü içinde barındıran, İslam dışında hiçbir dine tabi olamaz. İnsanlık ya büyük bir onurla bu gerçeklere iman edip teslim olur, ya da sonsuz bir karanlık bataklığında yok olup gider. Aynen Necip Fazıl’ın dediği gibi: 

Ya İslam’la yükselir, 

Ya inkârla çürürsün… 

Bu yol mezarda bitmiyor, 

Gittiğinde görürsün!..

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: