Mikelangelo'nun Heykelleri

20 Kas 2015 - 09:24 YAYINLANMA

Efsanevi heykeltıraş Mikelangelo Davut heykelini bitirdikten sonra bir izleyicisinin coşku dolu övgülerine büyük bir tevazuyla cevap vermiş: “O zaten mermer kalıbın içindeydi, ben sadece fazlalıkları yonttum.” Daha sonra bu tevazusunu bir kenara bırakmış olacak ki  “Musa’nın Hükmü” adlı heykelini bitirince kollarındaki pazılardan elindeki damarlara, hatta kıl diplerine kadar hassasiyetle yonttuğu eserine uzun süre bakmış. Sonra da yakasına yapışıp “Canlan artık, canlan! Nefes al, konuş benimle!” diye haykırmış ve hareketsiz duran heykelin dizini çekiciyle parçalamış. Kendini kaptırmak ve yapılan işe yoğunlaşmak böyle bir şey olmalı.

Bazı şeyler vardır ki, iliklerimize kadar hissederiz ama ne olduğunu izah edemeyiz. Biliriz, hissederiz, hatta o şeyi yaşarız ama anlatamayız. Mesela “Bir ruhunuz olduğuna inanıyor musunuz?” diye sorsam “Ruhsuz insan olur mu?” diye cevap verirsiniz. Soruya soruyla cevap vermek genellikle konuya “evet” demenin pekiştirilmiş halidir. Bazen de hissettiklerimizi izah edemediğimiz zaman kaçamak cevap vermek için bu yolu seçeriz.Mikelangelo heykel yontma konusunda sanat tarihinin en büyük ustadır. Mermeri yontup içinden bir ruh çıkaramadığı için büyük usta ne kadar aciz olduğunu anlamış olmalı. Sakinleştikten sonra aynaya bakıp Allah’ın kudretine teslim olmuş mudur bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki, ruhsuz bir mermerdeki şekle hayran olan insanlık, muazzam bir ruha muhteşem bir beden giydiren Allah’a hayranlık duyup secdeye kapanmakta tereddüt gösteriyor. Âciz-i mutlak bir heykeltıraşın sanatını sahibine teslim ederken, kâdir-i mutlak olan yaratıcıyı aklına dahi getirmeyip küfrün karanlığında boğulup gidiyor.Yonttuğu soğuk mermerde ruh arayan bir adamla yüzleştik az önce. Şimdi de et ve kemik yığınından ibaret olmadığınızı kanıtlayın. Muhteşem bir ruha sahip olduğunuzu ispat edin bana! Kendinizi tanımaya cesaretiniz var mı? Bu cesaret ve yürekliliği göstermek istiyorsanız, durmayın bir ruhunuz olduğunu kanıtlayın. Kanıtlayın ve ruhunuzu iliklerinize kadar hissedin!

Hiç de kolay değil, biliyorum aslında çok şey istiyorum sizden. Gözle görülür, elle tutulur bir şey olmadığına göre ruh nasıl ispat edilir ki? Gözlerinizin olduğunu ispat edin deseydim bu çok kolay olurdu. “Benim gözlerim var ve seni bu gözlerle görüyorum. Dağları, taşları, yerleri, gökleri, kuşları, kısacası bu âlemi gözlerimle görüyorum. Karşımda duran sen bile bizzat gözlerimin ispatısın” deyip işin içinden çıkardınız. Ama iş mücerret bir ruhu ispata gelince beyninizin balatalarını sıyırmak işten bile değil.Şöyle yürekten bir besmele çekip ispata başlayalım. Şeytanın avukatlığını yaparken aklımıza gelen bin bir türlü girift vesveseden yorulmayan beynimizi hakikatin ispatıyla biraz yoralım da muhteşem bir gerçekle yüzleşelim. Aynanın karşısına geçip gözlerimize bir süre bakalım. Gözbebeğimizin içinden o karanlık mikro âleme dalıp cisimleri nasıl gördüğümüzü anlamaya çalışalım. Bu gözler yerindeyken çok güzel, çıkarıp yere atsak onu köpekler bile yemez. Yerindeyken renkleri, ışıkları, güzellikleri, mesafeleri görüyordu, çıkarınca ne oldu da görmez oldu? O göze görme özelliğini veren o gözün kör hücreleri miydi? Eğer öyleyse göz çıkınca neden göstermez oldu? Vücudunuzdaki bütün organlar aynı şekilde görevlerini yerine getiriyor, onlara görmeyi, koklamayı, tatmayı, işitmeyi, hissetmeyi sağlayan vücudunun maddesi olabilir mi? Maddesi olsaydı eğer, maddenin duygu verme özelliği de olurdu. Taş utanırdı mesela, bir odun parçası sevinirdi, parmağınızdaki yüzük kederlenirdi. Ama öyle değil işte. Bütün organlarımızı sevk ve idare eden bir ruh olmalıdır değil mi?Söze Mikelangelo’dan başlamışken hayalinizde çamurdan bir heykel yapmanızı istiyorum. Bu heykeli ince ince işleyin ve sizmişsiniz gibi hissedin. Sonra da saf ruh olarak kendi öz varlığınızı tasdik edin! İyice bir düşünün, bu çamur siz misiniz?”

Yeryüzünün önemli bir kısmını oluşturan ve bizim de hamurumuz olan topraktan bitkiler oldu. Bu bitkiler biz miyiz? Hayır değiliz. Onları yedik; et, kemik, kan oldu yine biz değil. Aynen evimizin “biz” olmadığı gibi. Ev bizim için yapılmıştır ama asla “biz” değildir. İşte bedenimiz de ruhumuz için bir ev hükmündedir ve bedenimiz asla “biz” değildir. Biz bu beden evi içerisindeki düşünen, utanan, hayal kuran ve seveniz. Bu sıfatlar hiçbir zaman maddi sıfatlar değildir. Maddeyi hangi işlemden geçirirsek geçirelim sonuç yine maddedir. Odunu ateşe, suyu buhara dönüştürürsünüz ama hiçbir zaman sevgiye, merhamete, akla, korkuya, endişeye ve utanmaya dönüştüremezsiniz. Çünkü bunlar manevi sıfatlardır. Bu sıfatların kökeni madde olamaz. Manevi sıfatların kaynağı ancak manevi bir varlık olur, o da ruhtur. Şimdi bu gerçekler ışığında kendi bedenimizi tasdik edip kabul ettiğimiz gibi öz “ben” olan kendi ruhsal varlığımızı da tasdik edip kabul edelim. Önce ellerimize ve vücudumuza bakalım sonra gözlerimizi kapatıp hazmetmeye çalışalım. Bedenimizden emin olduğumuz gibi ruhumuzun varlığından da emin olalım.Tekrar hayalinizde yaptığınız çamurdan heykele odaklanın! Karşınızda hatları oldukça mükemmel bir heykel var, şimdi ona yoğunlaşın. Koyun ellerinizi heykelin üstüne ve bütün gücünüzle yoğunlaşın ona! Sizde var olan hayattan, ruhtan ve ruhunun melekesi olan aklından, merhametten, sevgi ve şefkatten vermeye başlayın! Durmayın verin ona bu özellikleri! Bunun için gücünüzün sınırlarını zorlamanızı istiyorum. Yoğunlaşın bu çamur heykele! Hayatı, ruhu, aklı, merhameti, sevgiyi, korkuyu, utanmayı verin ona, canlandırın onu! Yoğunlaşırken kendinizden geçmenizi ve gücünüzün sınırlarını zorlamanızı istiyorum. Yoğunlaşın… Can verin ona, nefes verin!… Nefes almaya başlasın! Aldığı nefesi, kalbinin atışlarını kulaklarınızın ta derinliklerinde hissedin! Kapatın gözlerinizi ve yoğunlaşın! Mikelangelo gibi yoğunlaşın ve heykeli konuşturmaya çalışın. Haydi, konuşturun onu! Ayağa kalksın ve haykırsın, sizi bilsin, size teşekkür etsin! Haydi, durmayın sizdeki manevi özelliklerle donatın onu!

Kan ter içinde kalıncaya kadar, ellerinizi sıkılı birer yumruk yapıp titreyinceye, yanaklarınızdaki kaslar gerilinceye, dişleriniz gıcırdamaya başlayıncaya kadar uğraşın. Ne yaparsanız yapın nafile… Sonunda pes edeceksiniz. Bunu asla başaramayacaksınız, böyle bir şey kesinlikle mümkün değildir. Bunu sonsuza kadar deneseniz de asla böyle bir şey yapamazsınız. Bu nasıl mümkün olabilir ki? Âciz, fakir ve cahil bir varlık olarak nasıl yaratabilirsiniz ki? Değil siz, bütün dünyanın gelmiş geçmiş insanları bir araya gelse bunu yapamaz. Yaratılan hiç yaratabilir mi? Yaratan yaratılmamış, varlığı kendinden vacibul vücut bir varlık olmalıdır. Yaratan kâdir-i mutlak olmalıdır. Bizse mutlak bir acziyet içindeyiz. Şimdi bunu bütün gücünüzle sonsuz bir tasdikle hissetmenizi istiyorum. Haydi, onaylayın bunu ve hissedin!

Buraya kadar güzel! Bu çamur heykele biz bu özellikleri veremiyoruz bu anlaşıldı. Peki, bu heykel bize bu hayatı, ruhu, duyguları vermiş olabilir mi? Ellerimizi hayalimizdeki bu heykele tekrar koyalım, heykelin cansız soğukluğunu iliklerimizde hissedelim. Biz ve bütün insanlık sonsuza kadar yoğunlaşıp uğraşsak da bu çamur heykele hayatı ve duyguları veremezken, bu çamur heykelin bize hayatı, ruhu ve bu duyguları vermesinin imkânı var mı? 

Asla! Bu sonsuz ötesi imkânsız, öyle bir şey olamaz. Neden veremez? Çünkü kendisinde yok ki versin...Bütün insanlık; canlı, ruhlu, duygulu olduğu hâlde sonsuza kadar çabalasa o çamur heykele hayat veremezken; o çamur heykel bu vasıfların hiçbirine sahip olmadığı hâlde bize nasıl versin? Bu vasıflar varken bile verilemiyorsa yokken nasıl verilebilsin? Bunu da sonsuz bir güvenle tasdik edin! Bu heykeli ellerinizle hissettiğiniz gibi kalbinizle, bütün ruhunuzla, aklınızla hissedin. Şimdiye kadar şunu anladık değil mi? Biz heykele can veremiyoruz, heykel de bize can veremiyor. Şimdi geriye bir tek soru kaldı: Bu hayat, ruh ve duygular kendi başlarına yoktan var olup o çamur heykele gelebilir mi? Bu da mümkün değil. Öyle ya, bunca var olan insanlıktan gelmeyen şey yokluktan kendi başına var olup nasıl gelsin ki? Bunu da diğerleri gibi kesin bir şekilde tasdik edip hissedin. Şimdi de son aşamadayız, asıl gerçekle şimdi yüzleşeceksiniz, hazır olun!

Bu hayalinizdeki çamur heykel kâinattır. Çünkü bu heykel de kâinat da maddi bir yapıdır. Düşünsenize sizdeki bu hayat, ruh ve duygular bu çamur heykel hükmündeki âlemden gelemeyeceğine ve yokluktan gelip size nüfuz da edemeyeceğine göre nereden gelir? Şimdi ellerinizi tekrar heykelin üstüne koyun ve sanki bütün kâinatı avuçlarınızdaymış gibi hissedin. Hayatın, ruhun ve duyguların ondan gelmediğinden sonsuz emin olduğunuz gibi “Hayy” bir zattan geldiğini de bütün ruhunuz, aklınız, kalbiniz ve bütün duygularınızla hissedin. Bütün gücünüzle tekrar yoğunlaşın. Tıpkı aynanın içindeki güneşi gördükten sonra başınızı göğe kaldırıp güneşe yöneldiğiniz gibi Allah’a yönelin. Aynaya yansıyan bu tecellinin aynadan değil gökteki güneşten olduğunu tasdik ettiğiniz gibi tasdik edin.Her şeyi Allah’ın yarattığına inanıyorduk, ama hepsi bu. Hissetmek, ruhun derinliklerinde bu gerçeği yoğurmak, tüm zerrelere kadar nüfuz etmesini sağlamak neden gerekli biliyor musunuz? Yepyeni bir âleme dalıp hikmet deryasında seyahat etmek, kimsenin görmediğini görmek, şahit olmadığına şahit olmak, hayatın ve ölümün anlamını kavramak, bir tohumun toprak altında çürüyüp de bir ağaç olarak dirilmesi gibi bir duygu yaşamak az şey mi? Bu dünyaya eşrefi mahlûkat olan insan olarak gelin de bunları yapmayın. Bir ot gibi gelin, bir ot gibi gidin öyle mi? Ruhumuzun ihtiyacı olan tefekkür gıdasını yutarcasına içimize çekmek ve tatmin olmanın hazzına varmak az şey mi? Dünyanın gelip geçici lezzetleri insana acı gelmeli, o kekre tadı tükürmek istemeli insan. Bu zamana kadar peşinden koştuğu boş ve anlamsız uğraşları kusmak istemeli.Rabbimiz “Ey iman edenler, iman ediniz!” buyurmuyor mu? Ne anlama gelir bu? “Ey iman edenler” diye hitap ettiğine göre iman ettiğimizi biliyor. Neden o hâlde tekrar “iman ediniz” buyuruyor? Bunun anlamı şudur: Tefekkür edin, tedebbür edin yani bir şeyi dübürüne kadar düşünün, şu ana kadar kısmi bir ilmel yakîn ile iman ediyordunuz, şimdi aynel yakîn imana yükselin. Nihayet mertebelerin en üstünü olan hakkal yakîn imana geçin. Bütün mesele bundan ibarettir.

Selam ve dua ile…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: