Hoşgeldin Ya Rasulallah
Kral I. François av köşkü olarak inşa ettirdiği Chambord Şatosunun bir köşesine çok özel bir güvercin resmi yapması için Leonardo da Vinci’ye ricada bulunur. Da Vinci Kralın bu arzusunu yerine getireceğini söyler ve saraydan ayrılır. Ancak kendisinden aylarca haber alınamaz. Kral öfkeli ama biraz da merak duygusuyla usta sanatçının evine gider, kapısını çalar. Sanatçı kapıyı açar açmaz, atölyenin her tarafını kuşatmış güvercin sürüsü Kralı şaşkına çevirir. Ortalık güvercin pisliği ve tüylerle doludur. Koskoca sanatçı aylardır bu güvercinlerle yaşamıştır. Atölyenin duvarlarını çepeçevre kuşatmış farklı şekil ve büyüklükteki güvercin resimlerini gören Kral “Bunlar da ne?” diye sorduğunda Da Vinci’nin verdiği cevap anlamlıdır:
“Bütün bunlar şaheser bir güvercin resmi içindi. Artık şatonuza gidip resmi yapabilirim.” Bütün her şey bir şey içindir. Sadece mükemmel bir güvercin için… Bu hikâyeyi tefekkür âlemimizin bir kenarında yoğururken kâinat tablosunun ressamını ve bu tablodaki en mükemmel model olan âlemlere rahmet elçiyi zikretmemek büyük nankörlük olur. Bir zamanlar âlemler yoktu. Hatta zaman bile yoktu. Yalnızca Zat-ı ecelli âlâ olan Allah vardı. Derken, “ben gizli bir hazineydim bilinmek istedim” ve “her cemal ve kemal sahibi kendini bir aynada görmek ve göstermek ister” sırrınca cemal ve kemal sahibi olan Allah irade buyurdu. Zira kemal ve cemal sıfatları tezahür edilmeyi gerektirir. O Zat-ı zül Celal sonsuz ilim, hikmet ve kudretiyle irade etti ki; Bir mescidi münevver hükmünde muazzam bir saray yaratsın… Ve müzeyyen bir ağaç hükmünde muhteşem bir âlem yaratsın… Ve sonsuz manalar içeren bir kitap hükmünde kendi isim ve sıfatlarıyla muazzam bir hakikat, bir tefekkürname hükmünde muhteşem bir sergi açsın istedi… Ve ezeli ilminde var olan âyân-ı sâbitesinden bakarak irade buyurdu…Sonsuz mabudiyet, hâkimiyet, rububiyet ve ulûhiyetini ilân edeceği şu muhteşem mescide layık olacak abid bir kul istedi… Öyle bir kul ki, şu ihtişamlı ağacın mana ve hakikatlerini içinde taşıyacak sonsuz bir şuura haiz olsun… O hakikatleri muhabbet ve tevazuyla kendisine sunacak münevver bir meyve olsun… Ve o kitabın sonsuz manalarını ifade eden bütün yazıları hakkıyla okuyup idrak eden bir okuyucu olsun… Rabbinin ezeli hâkimiyetine, uluhiyyet ve rububiyetine sonsuz bir teslimiyetle karşılık verecek mütefekkir bir okuyucu…
Âyân-ı sâbitesinden bakarak var mı böyle bir kul diye irade buyurdu. Başta Muhammed-i Arabî aleyhisalatü vesselamı, yüz yirmi dört bin peygamberi ve “ibadullahissalihin” olacak bütün münevver kullarını gördü… Ve dedi ki; İhsan sahibi olacak bu büyük kul için bu mescit ve şu münevver çiçek ve meyveler için bu ağaç yaratılır…Ve bu mütefekkir okuyucu için bu kitap yazılır… Dedi ve ezeli ilmiyle, kudret ve iradesiyle âlemleri yaratmaya başladı… Bir hadiste buyrulduğu gibi ilk önce âlemlere rahmet elçinin nurunu yarattı. Çünkü önce bir şeyin neticesi düşünülür, zira sonda vücut bulacak olan manen ilk öncedir. Zat-ı Ahmediyye (a.s.m) hem en mükemmel semere, hem de bütün meyvelerin kıymet sebebi ve bütün rabbani maksatların zuhur nedeni olduğundan ilk önce yaratılmaya mazhar onun nuru olmalıydı. Cenabı Allah, en büyük şeyleri en küçüklerden yaratıyordu, aynen dev bir ağacı nokta hükmündeki bir çekirdekten yarattığı gibi. Ki o çekirdek kuru bir çöp bile değilken kader-i ilahi sonunda manevi bir nur olacaktır. Bilimin de ispat ettiği gibi anında açığa çıkan bir ışınım olan foton yaratılmışların ilk nuruydu. İşte o “Nur-u Muhammedî” protonlar, nötronlar ve elektronlar oldu, atomlar oldu. Cevelana geldi, sonra yıldızlar ve galaksiler oldu. Seyelana geldi o “Nur-u Muhammedî” Hz. Âdem oldu yeryüzüne indi. O “Nur-u Muhammedî”deki nihayetsiz muhabbetten cennet yaratıldı. Ve o “Nur-u Muhammedî”den nasibi olmayanlara duyulan sonsuz öfkeden cehennem halkedildi.
Sonra o “Nur-u Muhammedî” İbrahim Halilullah oldu, onunla ateşler gülistana çevrildi.Musa Kelimullah oldu insanlara hitap etti. İsa Kerimullah oldu, insanlığa kerem pınarlarını akıttı, o “Nur-u Muhammedî” ile ölüler dirildi.Bir ağacın tohumdan açılıp bütün gerçekliğiyle bir meyvede toplandığı gibi, o “Nur-u Muhammedî” bütün gerçekliğiyle, sonsuz teslimiyet ve muhabbetiyle Zat-ı Ahmediyye’ye dönüştürüldü. Artık onunla ağlayan bütün âlemlerdi, onunla aşka müptela olan ve sonsuz tevazuyla secdeye gelen bütün âlemlerdi. Onunla kıyama gelip “Elhamdulillahi Rabbil âlemîn” diyen, eller açıp yalvaran bütün âlemlerdi.
Ve bütün âlemler adına, tesbih ve tazim şuuruyla ilahî dergâha takdim edilen Zat-ı aleyhisalatü vesselam olarak görünen de bütün âlemlerdi. Zira Cenab-ı Allah’ın yarattığı ve onun razı olduğu insan modeli Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamdı. Bütün her şey bir şey içindi. Kâinat tablosundaki en güzide köşe nihai bir model için.
Sadece âlemlere rahmet bir elçi için…
Âlemimize hoş geldin yâ Rasulallah!
Sana ümmet olmakla şereflendik ne mutlu bize…
Essalatu vesselamu aleyke yâ Rasulallah…
Essalatu vesselamu aleyke yâ Habiballah…
Essalatu vesselamu aleyke yâ seyyidel evveline vel âhirin…
Velhamdulillahi Rabbil âlemin…