“Hira” Kaçmak Mıdır, Yoksa Yakalamak mı?

31 Eki 2015 - 07:13 YAYINLANMA

İnziva lügatlerde belirtildiği gibi dünyadan el etek çekmek değildir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu elçi Hira’da dünyadan el etek çekip toplumdaki çarpıklıkları unutmaya çalışmadı. 

Cahiliye uygulamalarındaki kokuşmuşluğu bertaraf etmenin çarelerini dantel gibi işlerken 

amacı şuydu: Satranç tahtasına uzaktan bakar gibi çıkış yolu aramak. İki rakip strateji üretmek için satranç tahtasında çözüm ararken, ayakta duran üçüncü bir şahıs uzaktan her şeyi daha net görür ya, durum bundan ibarettir. O kutlu elçi de Mekke’ye yükseklerden bakıp insanlığın yüz karası bu cahiliye toplumunu dönüştürmek için bütüncül bir çare arıyordu ki, ilahi yardım imdada yetişti. 

Devamını biliyorsunuz, tarihçilerin “mutluluk çağı” olarak isimlendirdiği prototip dönem Hira’daki tefekkürün bir tohum gibi çatlaması sayesinde tesis edildi. 

Demek ki, neymiş? 

Dönüştürme bilinciyle yapılan tefekkür, ilahi yardıma mazhar olmanın ön şartıymış. O halde Hira’sı olmayan insan gerçek anlamda o kutlu elçinin yolundan gidemez. O Hira ki, tefekkürün mağarasıdır ve insanlığı irşat etmek isteyen kişi kendi mağarasında, sessiz bir şekilde bütün isim ve sıfatlarıyla Cenab-ı Hakk’ı anlatan bu âlemi, Kur’an’ın ışığında temaşa etmeli, sessizliğin sesi olmalıdır. Allah Rasulü Hira’da yaratan Rabbin adıyla okumaya başladı. O Rab ki, celal ve cemal sahibi, evrendeki her şeyi hikmetli, amacına uygun bir şekilde, olması gerektiği yere bilerek ve kastederek yerleştirmiştir. Okumaya yaratılanları temaşa ve tefekkürle başlamış ve ayetin gösterdiği sırayla tefekküre devam etmiştir. 

“O insanı ‘alak’tan yarattı.”

İnsan ve hayvanın yaratılışında, dişi ve erkekten gelen tohum hükmündeki nutfelerin bir araya gelmesinin muhteşem bir mucize olduğunu görmemek için insanın kör olması lazım. Tek başına hiç bir şey olmayan ‘bir şey’in, olması gerektiği miktarda, olması gerektiği yerde, anlamlı ve amaçlı ‘herşey’ olması ne müthiş bir hakikattir! 

Sayısız yıldızın son derece karmaşık bir yapı içerisinde rastgele serpiştirilmiş gibi görünmesine rağmen kusursuz bir düzen içerisinde hareketlerine devam etmesi, birbiriyle çarpışmaması ve bir intizam içinde yaratılması bu evrene hükmeden Allah’ın varlığına apaçık işarettir. Yaratılış gerçeği küfrü tek başına derin karanlıklara gömmeye yetecek ihtişamı içinde barındırmasına rağmen insanlar hâlâ inat ediyor. Yaratıcının inkâr edilmesi demek, eser üzerinde görünen ilim, hikmet ve sıfatların tümüyle inkâr edilmesi demektir ki, bu eserin de inkâr edilmesi anlamına gelir. Bu yüzden inkârda inat etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Allah’ın yaratma fiiline binlerce ilmî ve akli delil getirilebilirken inkâr şeytani bir inattan başka bir şey değildir. Zira var olanın ispatı yok olanın ispatından daha kolaydır. Bir elma cinsinin varlığını bir tek elmayı göstermekle ispat edebiliriz. Ama yokluğunu iddia eden kimse bütün evreni dolaştıktan sonra bu iddiasını ispat edebilir ki, bu da imkânsızdır. Bu yüzden gerek bitkisel gerek hayvansal bedenlere giren gıda maddelerinin planlanmış hedeflere ulaşmasına kadar, yeryüzündeki madenlerin türlerine, suların çeşitlerine, dile hitap eden lezzetlere, burna hitap eden binlerce kokuya kadar her şeyde görünen bu ilahî tasarım inkâr edilmesi imkânsız bir gerçektir. Mimarisi mükemmel, muntazam bir eser, kendisini gösterdiği gibi, ileri düzeydeki bir mimarlık ilmine de işaret eder ve mimarını da kabul etmeyi zorunlu kılar. Dolayısıyla bu kâinatın Allah’ın varlığına olan şahitliği, bütün varlıkların birbirine olan şahitliğinden daha  kesindir.Şu an oturduğunuz odayı, büroyu veya herhangi bir yapıyı ilkel dahi olsa çepeçevre şöyle bir süzün! Bu yapının yapım aşamalarını hayal edin! 

Mesela kerpiçten yapılmış iptidai bir köy evi düşünün. Küçük penceresinden sızan ışıkla aydınlanan mütevazı odanın yapım aşamalarını canlandırmaya çalışın. Birisi mutfak olarak tasarlanmış iki göz odadan oluşan bu evin yapımında bizzat bulunmanıza gerek yok. Önce çamurdan kerpiç dökme aşamasını hayal edin. Kerpiçlerin çatlamaması için çamura saman karıştırıldıktan sonra hazırlanan kalıplara dökülür. Yaz gününde çabucak kuruyan kerpiçler, itinayla düzeltilen zeminin dört bir yanına açılan temellerden itibaren birbirine kenetlenecek şekilde örülür. Duvarlar yeterli yüksekliğe geldikten sonra çatıya geçilir, sık aralıklarla uzatılan tomruklarının üzerine geniş yapraklar istif edilir. Yapraklar sert rüzgârın etkisiyle uçmasın diye urganlarla bağlanarak muhkem hale getirilir. 

İlkel bir binanın yapımında bile gerekli birçok aşama tek tek uygulanır. Bütün bu malzemelerin kendiliğinden bir araya gelip bu iptidai evi oluşturması imkânsızdır. Bu ev bir ustanın varlığına apaçık şahitlik ediyor. Bu duvarlara kulak verdik, duvarlar dile geldi ve bize neler söyledi neler… Ustayı görmedik ama onu tüm zerrelerimizle hissettik. Bilinen gerçeklerin kanıksanıp sıradan hadiselermiş gibi algılandığı böyle bir zeminde, zahirde basit gibi görünen ama muazzam gerçekleri içinde barındıran bu tür konularla uğraşmanın abesle iştigal zannedilmesi ne büyük bir talihsizliktir. 

Beynimizin derinliklerinde şekillenen ve ruhumuza doğru ılık ılık akıp giden içselleştirme çabası dış dünyadan soyutlanmayı gerektirmez. Tam tersine dış dünyayı yüksekçe bir tepeden temaşa edip Allah’ın rububiyet ve ulûhiyet sıfatlarını yakîn mertebesinde hissetmek ve tefekkür etmek gerekir. Dağlara çıkıp rüzgarın ahenkli sesi eşliğinde tabiatı izleme arzusu her insanda mevcuttur. Bunu ara sıra yapın, bu bir ihtiyaçtır. Bunu yapın ve tüm evreni düşünün! 

Ağaçları, meyveleri ve yediğimiz gıdaları düşünün! Her şey olması gerektiği gibi, olması gerektiği mevsimde, olması gerektiği lezzette hiçbir fesada izin verilmeden yaratılmış ve damağımıza uygun olarak ikram edilmiştir. Bir ağacın en küçük zerresinde bile karmaşaya izin vermeyen Allah, o ağacın en son hedefi olan meyvesinde, fesada izin verir mi? 

İşte insana oranla evren de bir ağaç gibidir ve insan da, evren ağacının en büyük meyvesidir. Nasıl ki ağaç, bütün varlığıyla meyveye odaklandırılmış, onun oluşması için çalışıyorsa, dünyamız ve içinde bulunduğumuz sistem de, her şeyiyle hayata ve insana odaklandırılmış, onun için hizmet ediyor. Muazzam yasalarla işleyen bu âlem tamamen insanın hizmetine sunulmuştur. Bu kadar önemli bir makama getirilmiş insanın yeryüzünde bozgunculuk yapması, fıtratı ve dengeleri bozması ne kadar büyük bir ihanettir. Her şeyi, özgün sıfat ve farklılıklarıyla birbirinden ayırıp yaratan Allah, hakkı bâtıldan ayırmıştır. İslam’ı da bâtıldan, şirkten, küfür ve sapkınlıklardan soyutlayarak, insanı mutlak gerçeğe götürecek son din olarak göndermiştir.Gerçek anlamda din, bu güzel kâinatı yaratan Allah’ın, bütün isim ve sıfatlarıyla kendisini insana tanıtıp sevdirmesinden ve kâinatın özü olan insanın da bu sıfatlara uygun bir düzen içerisinde yaşamasından ibarettir.Yeryüzünde İslam’dan başka bu tanıma uyan bir din yoktur. Allah’ı hakkıyla tanıyıp seven ve bu mutlak evrensel yasalara uyan kişiye de gerçek anlamda “Müslüman” denir. Bizler de bu isimle müsemma olmakla şereflendirildik. Bu yüzden başıboş davranamayız.

Selam ve dua ile…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: