Gölgem Ve Ben

11 Kas 2015 - 10:14 YAYINLANMA

İlkokul yıllarımda okulumuza gelen Karagöz perdesini izlerken perde gerisindeki “hayalci” adı verilen sanatçıyı merak etmiştim. Oyun bittiğinde o kalabalıkta gidip hayalciyle tanışmak istediysem de bunu başaramamıştım. Ama her ne olursa olsun ben ve arkadaşlarım perdedeki serüvenin bir hayalcinin eseri olduğunun farkındaydık. Bugün ışık kaynağıyla gölge arasındaki ilişkiden yola çıkarak “gölge” ve mahiyeti hakkında sesli düşünmek niyetindeyim. Gölgem bana ne demek istiyor? Beni durmadan takip eden ya da önümde bana mihmandarlık eden bu garip görüntü neyin nesi? Cisimle gölge boyu arasındaki orantının formüllerini ya da fizikteki gölge kurallarını anlatacak değilim. Ben işin tefekkür boyutundayım. 

Gölge güneşe bağımlı bir görüntüdür, apaçık bir gerçeğin tezahürüdür. Gölgem beni hiç durmadan takip ediyor, ben ne yaparsam onu yapıyor. Bana rağmen farklı hareketlerde bulunmak ve bana muhalefet etmek gibi bir şansı yok. Gölgem benim ne kadar gerçek olduğumun önemli bir tanığı. Aslında ben de şaşmaz hakikatin bir gölgesiyim ama benim gölgemle büyük bir hakikatin gölgesi oluşum arasında çok önemli bir fark var. Ben öyle bir hakikatin, öyle bir aslın, öyle ezelî bir güneşin gölgesiyim ki, benim gölgem, benim gibi bir gerçeği gerektiriyorsa benim gibi bir gölge nasıl bir hakikati zorunlu kılar? 

Şunu kesin olarak biliyorum, gölgem beni asla tanımaz. Gölgemin bana duygusuz ve cahil olduğu gibi ben de isim ve sıfatlarının gölgesi mertebesinde olduğum Rabbime karşı duygusuz ve cahil olamam. Çünkü ben bir mahlûk gölgesi değilim. Bütün kâinatın varlık kaynağı olan Yüce Allah’ın esma ve sıfatlarının gölgesiyim. Bu yüzden vahiy bizi şekillendirmeli ki, gölgelerin gölgesi olmaktan kurtulalım.

Bu kâinatın varlık kaynağı olan Yüce Yaratıcının varlığını, bu kâinatın ne olduğunu, hayatın ne olduğunu bir güneş gibi apaçık bilmek istiyorsak tefekkürle hissetmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Şunu unutmayalım Allah’ın varlığına inanmak ayrı, onu bilmek apayrıdır. Önemli olan onu hissederek tanımaktır. Ateşin varlığını bilmek ayrı şey, yanmak apayrı bir şeydir. Yanmadan asla ışıtmak mümkün değildir. Aynen güneş gibi… Güneş yandığı için ısıtıyor ve aydınlatıyor. Allah’ın elçisi ashabına birçok ilim öğretmişti. Şüphesiz bunların en büyüğü Allah’ı tefekkürle hissetmektir.

Uzun süre görüşmediğimiz bir arkadaşımız, karşılaştığımızda hasretle eğilip gölgemize sarılsa onun delirdiğini düşünürüz. Onun bizim gibi diri, gören bir aslı bırakıp yerdeki gölgemize sarılması nasıl bir akılsızlık hezeyanıdır? Bizim de zat-ı vacibul vücut olan Allah’ı bırakıp onun isim ve sıfatlarının gölgesi olan kendimize ve bu dünyaya sarılmamız aynen öyle bir akılsızlık hezeyanı olurdu. O arkadaşımızın bizim gölgemize sarılmak isterken avuçlayıp kucakladığı toprak onun elinden nasıl dökülüp gittiyse, bizim de sarılıp kucakladığımız faniler o toz toprak misali dökülüp gider. 

Sesli düşünmeye devam ediyorum, şu yerdeki gölgemdir, ayakta duran ben ise asılım. Yerdeki gölgem ölüdür, fakat ben diriyim. O yerdeki gölgem kördür ben görenim. O sağır, ben işitenim, onda kerem yok ben kerîmim, onda merhamet yok, ben merhametliyim. İşte bunun gibi, o nasıl benin gölgemse; ben de, bütün bu âlem de o zat-ı vacibul vücudun esmasının gölgeleriyiz.

Şimdi düşünelim gölgesi benim gibi diri olanın kendisi diri olmaz mı? Gölgesi benim gibi işiten olanın, kendisi semi olmaz mı? Gölgesi benim gibi görenin, kendisi basîr olmaz mı? 

Gölgesi benim gibi kerîm ve rahîm olanın kendisi rahîm ve kerîm olmaz mı? O arkadaşımızın bizi bırakıp gölgemize yapışması nasıl bir divanelikse, bizim de vacibul vücut olan Allah’ı bırakıp esmasının gölgesi olan âleme sarılmamız ondan daha da büyük bir divanelik olacaktır. 

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya yatırım yapanların bu dünyadan götürdükleri iki metre bez parçası değil mi? Yüce Rabbimiz Tekvir Suresinin 26. ayetinde “Fe eyne tezhebûn”  (Nereye gidiyorsunuz?) diye soruyor. Beni ve sonsuz bir ahiret hayatını bırakıp hangi fani gölgelere sarılıyorsunuz demek istiyor. Bizi bırakıp gölgemize sarıldığı için arkadaşımızı deli sandık. Karşısında bütün güzel hasletleriyle, sevgisi ve merhametiyle, gören, işiten bizi bırakıp gölgemizle zaman kaybetmesi, gölgemize gönlünü kaptırması, boş bir hezeyandan başka bir şey değildir. Bunun ne anlama geldiğini biliyoruz da gelip geçici bir gölge olan dünya hayatına sarılanları “çok akıllı adam” olarak görüyorsak şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanımız gelmiş demektir.

Rüya gören bir adam düşünelim. Yoksul, aç ve üstü başı perişan vaziyette bir çöplüğün kenarında kıvrılıp uyuyan bir adamın rüyasıyla yüzleşelim. Bu perişan adam rüyasında çok zengin bir işadamı olsun. Köşkler, villalar, yazlıklar, kışlıklar, yatlar, katlar, hizmetçiler, miktarını bilemediği büyük bir servetin içinde yüzüyor. Bu adamın yerinde olmak ister miydiniz? Asla istemezdiniz. Çünkü o perişan bir adam.

Ne yazık ki insanlar; rahmet ve merhamet sahibi, gören, işiten, seven, besleyip büyüten, rızık veren, bütün kâinatın güzelliklerini insanların yararına sunan Allah’ı bırakıp bir gölge hükmünde olan dünyaya sarılıyorlar. Boş oyunlar ve eğlencelerle avunuyor, bu dünyada büyük servetler içinde yüzdüğü halde yoksulu yetimi düşünmüyor, servetlerinin hakkını 

veremiyorlarsa o perişan adam gibi geçici bir rüyada olduklarını bir gün anlayacaklar. Uyandıklarında ise çoktan iş işten geçmiş olacaktır. Bilmem hissettirebildim mi?

Sevgi ve tefekkürle kalın…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: