Fetoinman

04 Ağu 2016 - 15:16 YAYINLANMA

İddia ediyorum şu ana kadarki en büyük ve en tehlikeli bağımlılık Feto bağımlılığıdır. İster bitkisel olsun ister sentetik olsun her türlü uyuşturucu bağımlılığı uzun süreli ağır tedavilerle rehabilite edilebilir. Ama fetoinmanların tedavisi neredeyse imkânsızdır. “Neredeyse” diyerek kapıyı aralık bırakmamın sebebi Allah’ın inayeti ve kime nerede ve nasıl imanın nasip olacağını bilmiyor olmamızdır. Bu savımın bir uzantısı daha var…Diyorum ki, şu ahir ömründe belki Feto hidayet bulabilir ama fetoinmanlar asla hidayet bulmazlar. Merhum Malcolm X “İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.” demiş. Çok doğru bir tespit ancak bu dönemde icat olan fetoinmanlık hastalığını o yıllarda nereden bilebilirdi ki? Bu iğrenç bağımlılık öyle bir iptiladır ki, kuklacı öldürülse bile kuklalar oynamaya devam eder. Feto söz konusu olduğunda fetoinmanların Allah’ları yoktur. Eğer Feto söz konusuysa din, iman, vicdan, ahlak, namus, haysiyet, şeref, ezan, vatan, bayrak, insanlık ne kadar kutsal değer ve meziyet varsa bunların nazarında hiçbir değeri yoktur, hepsi ayaklar altındadır. Bunlar kendi kanlarını bozmuş kanı bozuk taifedir. “Eğer Fetullahçı olmayacaksa babamızın canını al!” diye dua edip babalarını bir ay sonra trafik kazasına kurban veren sonra da utanmadan gözyaşı döken yakınlarım var. Bu duayı edenlerin bir kısmı şu an yurt dışına kaçtı, bir kısmı da gözaltında. Bütün uğraşlarına rağmen ciğerparesi evlatlarını bu bağımlılığa kurban olmaktan kurtaramayan bir baba yazıyor bu satırları. Reisimiz bugün yaptığı açıklamada Hz. Nuh’a ve gemiye binmeyen evladına vurgu yaptı. Nuh aleyhisselam gibi gönül rahatlığıyla diyorum ki, artık benim evlatlarım yok.

 

17 / 25 bir milat olmuştur. Bu tarihten sonra devletin tövbe kapısı kapanmıştır. Sayıları az da olsa milattan sonra hidayet bulanlar kurtuluşa ermiştir. Bu tarihten sonra kamuda görevli olanlardan ihanetlerini saklamadan gemi azıya alıp faaliyet gösterenler açığa alındılar. Bunlardan bir kısmının darbe karşıtı mitinglerde sabahladığına şahit oluyoruz. Onlara Yüce Rabbimizin Kızıl Deniz kapanırken secde eden Firavuna söylediği sözü söylemek geliyor içimden: “Şimdi mi?” 

 

Beni evladına ve mesai arkadaşlarına karşı gaddarlıkla suçlayanlara cevabım şudur:  Vurulacağını bile bile vatan hainin darbeci generali anlından vuran sonra da otuz kurşunla şehit edilen Ömer Halisdemir bu memleketin evladı değil miydi? Gencecik karısını ve üç minik yavrusunu bağrına basıp helalleştikten sonra darbecilere karşı koymak için meydanlara çıkan ve Çengelköy’de şehit edilen Halil Kantarcı bu memleketin evladı değil miydi? Tankların üzerine korkusuzca yürüyen; kolunu, bacağını, kafasını paletlerin önüne takoz yapıp şehit olan onlarca vatansever bu memleketin evladı değil miydi? Uçak ve helikopterlerden açılan yaylım ateşlerinde canını seve seve feda eden asker polis ve sivil kardeşlerimiz bu vatanın evladı değil miydi? Bedir ruhuyla akrabalarını müşrikler safında bırakan ashab-ı rasule tabi olmanın gereği bu değil midir? Bu ahvâlde vatansever bir müminin gözünü bile kırpmadan evladuiyâlini reddetmesi bir erdemdir. Zira sözünü ettiğim o şehitlerin kanında bu hainlerin de payı vardır. 17 / 25’den sonra devlet nezdinde tövbe kapısı kapanmıştır dedim. Şunu sorabilirsiniz: “Allah’a tövbenin kapısı hâlâ açıksa ve evlatların tövbe ederlerse tutumun ne olacak?” Cevabım kuşkusuz yine nebevi metoda uygun olacak. Efendimizin amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi iman ettikten sonra o kutlu elçinin huzuruna çıkmıştı. Ona şöyle demişti âlemlere rahmet elçi: “Amcamı öldürdün, bana görünmemeye çalış, seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum.”  Şimdi ben de diyorum ki, tövbe ederlerse Allah da onları affetsin ama gözüme görünmesinler. Çünkü onlar içimdeki babalık duygusunu öldürdüler.

 

Yaşadığım iki enteresan hadiseyi anlatıp yazımı bitirmek istiyorum:

2004 yılında Beyoğlu Sanat Galerisinde açtığım bir resim sergisinde Musevi bir işadamıyla tanıştım. Birçok tablo almıştı benden. 2006 yılında Taksim Sanat Galerisinde açtığım resim sergisine de gelen ve sergiyi gezen bu iş adamıyla sohbetimiz esnasında ısrarla çocuklarımı sordu. Ben de çocuklarımın ne yazık ki Fethullahçı olduğunu ve ne yaptıysam onları ikna edemediğimi söyleyince verdiği cevaba çok fazla şaşırmamıştım. “Sana inanamıyorum, keşke bütün Müslümanlar Fetullah Gülen gibi olsa!” demişti. İyi bir müşterimdi ama o tarihten sonra açtığım hiçbir sergiye gelmemişti.

 

İkinci hatıram da şu: Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un iki gün önceki röportajında “2002-2010 yıllarında FETÖ'cülerle birlikte olup nurcuları ordudan attık” itirafı bana on beş yıl önce tanıştığım nurcu ve mütefekkir bir hocaefendiyi hatırlattı. Feto düşmanlığımın1980’lere dayandığını gururla söylüyorum. Bu özelliğim sebebiyle karşılaştığım nurculara sorduğum soruyu bu hocaefendiye de sordum. Verdiği cevap çok enteresandı.İlk defa bir nurcudan duymayı hasretle beklediğim cevabı duyunca gayri ihtiyari kendisine sarılmışım.Demişti ki: “Fetullah Gülen bir haindir, gerçek nurculuğun önünü kesmek üzere görevlendirilmiş Siyonizm kuklası bir ajandır.”

 

Sonuç olarak gün benim günüm. Yıllar boyu Feto düşmanlığım sebebiyle çevremdeki kişilerden aldığım eleştirilerden bunalmıştım. “İnsan bir cemaat yüzünden ailesini boşar mı, çocuklarını bir çırpıda siler mi?” diye bana mesafe koyanlar şimdilerde özür dileyip helallik istiyorlar. Gönül isterdi ki, ben yanılmış olsaydım da bunca insan bu ihanetleri yapmasaydı. Şimdi söylenecek tek söz var: “Zalimler için yaşasın cehennem…”

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: