Fethullah Gülen Neden Askeri Darbeye Kalkıştı ?

17 Kas 2016 - 08:03 YAYINLANMA

III Selim saltanatı devraldığında devlet kurumlarındaki bozulma ve atalete savaş açabilmek için bir çok yöntemi denedi.

 

Halefi II Mahmut aynı yolun değişmez temellerini atarak yeni ve bu güne uzanan dünya ve yönetim anlayışı temellenmiş oldu.

 

Dini karakterin dışına çekilmek istenen devlet sonunda seküler tercihleri meyve verecek noktaya getirildi.

 

Son iki yüz yıldan fazla geçen zaman aslında çok net bir bakış açısı ile incelendiğinde ancak bu gün olanları idrak edebilir ve tavır geliştirebiliriz.

 

Kayıpların yaşandığı ve kayıplara zorlanılan devlet haline dönen Osmanlı Devleti son yüz yılda yoğun olmakla beraber önceleri tek muktedir olan padişahların , daha sonraları ise tüm aklı erenlerin çözüm aradığı sorunların kaynağını doğulu ve dindar olmakta görüp çözümü birazda dış etkiler altında dünyevileşme de bulabildiler.

 

Tanzimat Fermanı, Meclisi Mebusan, otokrasiden çıkarılmış kısmen demokratik monarşi denemeleri en sonunda sıkıştığı tazyikten kurtulmak için dini, milli ve hamasi duygular ile işgale karşı istiklal harbini kazanıldı, lakin din temelli olan tüm tavırlar seküler değişime direnemedi.

 

İstiklal Harbinin tüm dinamiklerine rağmen yeni yönetimin sekülerizm adına yaptığı inkılaplara toplumun hiçbir kesiminden önemli direniş gelmedi.

 

Hatta tüm gayreti yeni yönetimin dini zayıflığına karşı çıkmak olan lakin ırkçılık isnadı ile itibarsızlaştırılan Nakşi Şeyhi Şeyh Said dışında önemli dini bir aktivis ve dini topluluk kayda değer olmamıştır.

Said Nursi, Şeyh Said’in kendisinden istediği yardımı ret ederek onu yalnızlaştırmış olmakla yeni yapı mücadelesini pasif olarak sürdürmeyi tercih etmiş bir alim olarak tarihe geçmiştir.

 

Neticede belki ismi zikredilebilecek üç beş kişi yada mensup olduğu hareket vardır ama bunlarında sistemle kavgası pek görülmez.

 

Nurculuk akımının pasif direniş yolu ile ana akım olduğu yeni devlette bütün diğer dini gruplar uzlaşarak devlette yer alama çabasına girmişlerdir.

 

Nursi apolitik görünse de yerel ve uluslar arası siyaset tercihlerini çok değişmemek kaydı ile deklare etmekten çekinmemiştir.

 

Siyasal İslam her vakit tercihleri arasında var olmuştur.

Bu sergilenen tavırlar devletin seküler zulmünü artırmakla beraber az sayıda nitelikli muhalifin yetişmesine de olanak vermiştir.

 

Toplumda ki tüm dindar kesimler vasıflı insan yetiştirmiş olmansa rağmen, pasif hayat tarzını benimsediğinden ve geçmiş dönemlerde yaşanan bir çok memnuniyetsizlikten dolayı geniş halk kesimleri hocalara taviz vermeyip yeni seküler yönetimle uzlaştığı için bu kadrolar pek kıymet ifa edememiştir.

 

Aslında bu işin temelinde Türkiye’de Siyasal İslamın en büyük organizasyonu olan Milli Görüşün uzlaşma teklifleri dahi bir çok dini yapı tarafından benimsenmemiş, aksine daha seküler olan fakat söylemlerinde dini motifleri de kullanan organizasyonlardan yana olmuştur.

 

Adnan Menderes gibi CHP temelli olan bir siyasinin tamda NATO projesi olarak uyguladığı dini söylem yada küçük rahatlatmalar dahi MSP söylemlerinden daha fazla kabul görmüştür.

 

Bu hal o noktaya geldi ki başarısızlığı ve kaosu sonuç veren merkez ve sol partilerden olan bıkkınlık neticesi iktidar olan Milli Görüş her şeye rağmen sıradan insanlardan bulduğu desteği dini organizasyonlardan alamadı, hatta yetersiz kalmakla suçlandı.

 

Bu arada 2002 seçimleri ile Milli Görüşten ayrıldıklarını iddia eden ve tamamen batı normlarında siyaset yapacağını söyleyen dindarların iktidara gelmesi başka kapıların kilidinin açılmasını sonuç verdi.

 

Yeni yapı otoritesini sağlamak için tüm dini oluşumları bünyesine dahil etti. Lakin Nurcu hareketin aktivisti olan Fethullah Gülen, Siyasal İslamın bir çok dinamiğini kullanarak kamu otoritesi olma yolunda aldığı mesafe artık neyin cilvesidir bilinmez, İslamcı bir iktidar ile akamete uğradı.

 

Bu sonuç alınırken devletin ikiyüzelli yıllık seküler tercihe ait derin dinamiklerinin ve son tahlilde dinsel ağırlığı olan İslamcı modellerin tüm dünya oyuncuları tarafından ret edilmesinin de katkısı göz ardı edilmemelidir.

 

Bu sıkışmışlık hali belli odaklar tarafından da kullanılmaya başlanan Gülen yapılanması aslında kendiliğinden olması beklenen şekli ile değil, cebir ile sonuç almaya yönlendi.

 

Şimdilerde anlıyoruz ki ondört yıllık iktidar döneminde Ak Parti kadroları bir şekilde bu hareketliliği görmemekten yada mecburi uzlaşma gereği Gülen yapılamasına devredildi.

 

Tarihsel olarak sivil finansman ile organize olan Türkiye’de ki tüm dini yapılar, verdikleri yada tercih edildikleri oranda iktidara ortak olmak yada ele geçirmek sevdası ile yanıp tutuşuyorlar.

Belki başından beri bunu bilen yada sonradan fark eden Recep Tayyip Erdoğan dışında kimse gelişmelere tam reaksiyon vermezken, şimdi nasıl oldu ise bir çok yer ve kadro yanında yer alma çabası içine girdi.

 

Buna kendi yakın mesai arkadaşları da dahil.

Bu güne kadar sivil oluşum olarak kabul edilen yapılanma bariz tasfiyesi karşılığında sahip olduğu en güçlü organizasyonu sahaya sürerek kaybını telafi etmeye çalıştı.

Daha önce yargı vs. organizasyonları yetersiz kaldığı ve aynen cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında halkın yönetime destek vermesi ile hayat hakkı bulan yeni yönetim gibi son kalkışma karşılığı da halk desteği bu yapıyı cebren iktidarı ele geçirmeye zorladı.

Burada iktidar kaybı söz konusu olsa da bu gün terörist ilan edilen yapının temel argümanlarından birisi de mevcut iktidarın dünyevileşmesi gerekçesi idi.

Tam bir din elden gidiyor şayiası ile kendi emellerinin ortadan kaldırılma gayretine son vermek adına dehşet verici darbe harekatına giriştiler.

 

Darbenin uygulanma sürecinde bir çok komplo teorisi dilden dile dolaşmakla beraber ortada bir vaka olarak mevcut.

Sonuçta her ne kadar kendini dindar tarif eden bir yönetim var olsa da bu kalkışmanın temelinde de dini tercihler tamamen gerçektir.

 

Bu başarısız bırakılan kalkışma terörist ilan edilen kadroların tasfiyesini getirse de yerine atanan diğer gurupların yetişmiş insanları da bu yapıdan farklı bir yol izlemediği bir hakikattir.

Görünen o ki tüm dini organizasyonlar ikiyüzelli yıllık dışlanmışlığın tesiri ile verdikleri kadar almayı talep ediyorlar.

 

Bir Millet Vekilinin ifadesi ile liyakat sisteminin bile ürküttüğü yönetim temel tercihlerini yaparken mensubiyetlere değil vasıflara ve sadakate önem vermeli.

Aksi halde gerçekte görünen kısmı ile birbirlerini beğenmeyen ve hatta öldüresiye muhalefet eden dini yapılar dış dünyanın da tesiri ile içlerinden çıkacak bir üst aklı kabul etmeyip kendi borazanlarının ötmesini tercih edecekler.

 

Bu ise kamu kaynakları ne kadar optimal kullanılırsa kullanılsın gerçekleştirilmek istenen hedefler gerçek durumlara angaje edilmeden daha buna benzer başka hareketlilikleri de görmek pek uzak olmaz.

 

Belki de Gülen’i darbeye zorlayan faktörler arasında dünyada taraf olduğumuz etkin NATO benzeri paktların yanı sıra bence kontrollü dini serbestiyetler vermiş iç derin yapıların etkisi de bu hareketi kışkırtıp hem bir gözdağı vermek, hem de benzer yapıları yok etmek adına tezgahlanmış olabileceği de nazardan fazla uzak tutulmamalı.  

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: