Faust un Esması

08 Eyl 2015 - 09:16 YAYINLANMA

Dünya yaşamı oyundur,

Ünlü Alman ozanı, oyun yazarı Johann Wolfgang von Goethe 'nin (1749­1832) dünya klasikleriarasında önemli bir yer tutan Faust isimli eseri; Goethe'nin butün eserlerinin yekünü, kendisininalgı manifestosu olarak bilinir. Kendisi, yaşamı boyunca yazdıklarını bu eserdetoplamıştır. Urfaus isimli ilk oyunu, on sekiz yaşında yazmış; sonra gelişerek,1806 yılındaI nci, 1832 II nci kısım olarak 82 yaşına kadar tamamlamıştır. Konusu kadim öykülerden alınmış bu metinler; Şeytanla “bahse” giren insan oğlununun yeryüzündeki "işlevi"ni ele almaktadır. Şeytan bu eserde, diyalog ve yaklaşımlarında "kazan kazan" modeliyle insan oğlunu nasıl tavladığını; okumalarda Şeytan Mefistofelese yenilmeyen insandan; yaşam tragedyası (hüsran)na zorlanmış insan; şeytanla girdiği işbirliğinde yenik düşen insan... yorumlarıyla şerit (*) değiştirmektedir.

Eserin I nci bölümü, 1808 yılında yayımlanan trajetyadır. Eser, yaşamın spatyum/madde ötesi/sahne gerisinde geçenleri aktardığı ya da "geçtiği" için anlamların sözlük girmemiş coğrafyasının diyaloglarını içermektedir. Böylece kotarılacak anlam derinliğine inilecek uygun teknik edavat yokluğundan metin sahnelenememiştir. II nci bölümü doktor faust un yeryüzünde deneyim­lediklerinin paralel olasılıklarının hikayelerinde daha anlaşılır olarak sahne aktarımları yapılmıştır.Bu hikayelerde zihinsel seçim çokluğuyla, mecburen/zorunlu sonuçlar; yap bozlar gösterimleriyle izleyicisine, meraklısına sunulmaktadır. Foust metinleri, duyguların soyutluğuna rağmen; etki ve "işçiliğin" gücüne karşın; kelimelerin güvenilmezliğine göndermeler yapmaktadır. Yaşam okyanusunda yüzeye çıkan dip dalgaları, kelimelere; kıyıya köpükle ulaşanlarını sözcüklere; kıyıdaki etkilerine ise sözcüklerin anlamlarına; nihayetinde, onların üstüne bina edilen modellerin güvenilmezliğine ulaşıyor.Bir noktaya sığan evren, "Bir şeyi dilediğimizde; plana dahil olacak o şeyi oldurmak için bütün sistem o şeye yönelir; bu “ol” deyiştir.” Bütünün katıldığı bu oluş noktası, ak cüce kudretindedir. Var olan şeyin ardındaki kudret, bütünün varlık içindeki arzusudur. Böylece oluşan şeyin tekil bağımsızlığında basitlik; bütünle bağlantısında çözülmez kompleks görülür. Duygular, deneyimlerdeki yönlendirici etkisini hiç bir zaman açık etmez; ortaya çıkan, etkisi yakın olan somuttur. Yeryüzünde insandan daha güçlü tutunan şeytan; "kazan kazan" vaatlere insanın kanması için kelimeleri kullanır. Kelimelerle oluşan sınırlar, güvenlik tabelalı tutsaklıktır.Güvenlik, aynı zamanda tutsaklık değil midir?! Onlarca denemeden vazgeçip,bilinende kalmaktır. Güç sönümlediğinde, taşkın hoyratlığı kanala girip, yatışarak medeniyetlere dönüşür. Artık çeşmeden akan suyu şişesiz, bardaksız içemiyoruz. Güvenliği alışkanlıkla, cam bardağın içini görmek için test ediyoruz. Her şeyde olduğu gibi suyun uyumlaş­tırılmış “macerası; barajlar, yer altı kuyuları, yönlendirilen nehirler, dönemsel yağmurlar... her yudumumuzun “basitliğine” derç edilmiştir.

Kalıtlar, sözlükler; tanıklık, anılar; deneyimlerin gelecekle buluştuğu yerdir. Acı sonuçları tekrar yaşamamak için hangisini veri almalıyız? Buna fırsat yoktur. Sözlükte kalmış, sözlüğe girmemiş ayrımı ilgilenenlerce sürekli zevç edilir; sözlükten ayrılmış bir tek kelime kalsın istenmez. Bi şekilde sözlüğü bağlanır; sonra dışarıya çıkarılarak yeni bağımsızları sözlüğe eklemek için yola çıkarılır. Bin bir deneyimin görüngü, ses, etki, sonuç anısı; isimlendirilmeden kullanılamayacağı bilgisi bizi sürekli kelimelere bağlı kılar. Buna karşın, isimlendirme deneyim sebebiyle geçmişin tekrarıdır. Her tekil, grupsal, kitlesel deneyim, tanıklık, etkilenme; birey ya da grup veya kitlenin fiziksel, duygusal algısını taşıyan sözlerle, gelecek (okuyucu) nesillere aktarılır. Yine bin bir deneyim birikerek; dönemsel tabakalar oluşturur; dönemlerle tabakalar üst üste birikir. Bu yükselme, tabakalardaki kelimeleri kaya katmanlarındaki gibi sertleşmeye, sıvısını nemini ,yaşam emarelerini kaybetmeye dönüştürür. Sonuçta gevşek ya da sertleşmiş katmanların, üzerine dikilecek medeniyetler; kültür modelleri, toplumsal sistemler; tutunacakları kelimeleri böyle kullanırlar. Ancak bu geçmişin yenilenmesi arzusudur; yeni değildir. Çözülmüş, dağılmış olanda değil, korunmuş olandan inşadır. Neredeyse ölüme direnmektir. Korunmuş olandan yapılan yükseltiler, öncekilerin zaaflarını barındırmama olasılığı yoktur. Oysa deneyimlerin zihinlerdeki “resimleri”, geleceğin tasavvurları için özgünlükler içerir.

Günlük yaşamda, her temas ettiğimiz imar edilmiş somutluk, sözlüklerin barındırdığı milyonlarca kelimeye galebe gelir. Kullanımdan doğan hoşnutluğun itici gücü, sözcükler arkelojisinin kavramsal tanımlarına ihtiyaç duymaz. Kutsallığın kelimeleri, isimleri, anlamları; yeryüzüne inzal olduğunda, muhatapları(insanlık) gibi “dağılmadan” edemez. Onlarda ilk bütünü aramak, bulmak yanılsamadır; onlar, insanlığın içinde deneyimlerle ve yüksek ihtiyaçlarla duygulardan doğacaktır. Metafizik mekanlardaki öğretiler, temalar, fiili ve kavramsal özgünlükleriyle sözlüklerde barınması beklenmemelidir. Böylece öğretinin ol emrine uyumlu yeryüzü tezahürü ilk anlamdan öteye gidemez.Kendisinin anlattığı olgu evrensel iradenin tezahürüdür. İnsanlık o tezahür içinde yol bulmaya çalışırken; onun anlatımında sözlerinde böyle arayışlar ihdas etmek; karanlık yerde kaybolan eşyayı aydınlık yerde aramak gibidir. Faust, yer yüzü deneyimlerine verilecek bütün isimlerin, güzellik niteliğinin dışında işlevi olmadığını söyler. Varlığın göreceliği bütün algılarına da yansır. Bu yüzden güzel görülmeyen olgular durum hal ve koşullar bağındayken güzel görülmezler. Diğer taraftan, söylenmiş, söylenecek bütün duygu kaynaklı güzel isimler O nundur; diğerleri yanılmanın hatırlanışına kaydedilir. ve oyun, "İçimdeki büyük fırtınayı dindiren, zavallı kalbimi müthiş bir sevinçle dolduran ve tabiatın sırlarını bana açan ve bu işaretleri bana yazan acaba bir Tanrı mıydı? Yoksa ben de bir Tanrı mıyım? İçimde şimdiye kadar olanlardan çok farklı bir ışık doğuyor. Nasıl her şey diğerleriyle bir bütün oluyor, her şey bir bütünde örülüyor, bir varlık sanki öteki varlıkta yaşıyor ve onda iz bırakıyor? Gök kuvvetleri bereketli titreyişlerle nasıl gökten yere iniyor, sonra tekrar göğe yükseliyor ve ahenkli sesleriyle tüm evreni çınlatıyorlar! İnsan kendisine, doğru bir kazanç yolu bularak aklı ve sağduyusu ile sanatlı sözcüklere gerek duymadan da kendisini ifade edebilir. Eğer bir şey söyleme konusunda gerçekten kararlıysanız, kelimelerin peşinde koşmaya ne gerek var? İnsanlığa gösteriş yapmaya çalışan süslü konuşmalar, sonbaharda kuru yaprakları hışırdatan rüzgâr gibi sevimsiz ve tatsızdır. Ben ölümlü olmaktan, yok olmaktan sıyrılarak sonsuz yaratılışın aynasına kendimi çok yakın hissediyor ve ilahi bir ışıkla kendi benliğimin tadına varmaya çalışıyorum.

Üstümüzdeki gök kubbeleşmiyor mu? Altımızdaki yer sapasağlam durmuyor mu? Yıldızlar bize dostça bakarak yükselmiyor mu? Ben, kendi gözümle senin gözüne bakmıyor muyum? Evrendeki her şey insanın kafasına ve kalbine etki etmiyor mu? Ve her şey sonsuz bir ilahi sır halinde yakamızda dolaşıp durmuyor mu? Eğer kalbini tüm bu saydıklarımla samimi olarak doldurup bu duygularla mutlu olabiliyorsan, bunun adına ister şans, ister gönül, ister aşk, istersen tanrı de, ne fark eder? Hepsi aynı şey değil mi? Ben ona bir isim bulamıyorum. Bence duygu her şeydir. İsim ise boş bir gürültü ve göğün güzelliğini ve ışığını sislendiren basit bir dumandır."

(*) Serit:“kapasiteler” gözetilerek tahkim edilmiş insanlık yolunun iradelilerce tercih edilebilen kulvarı.

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: