Bilimsel Hurafe
Şu an okumaya başladığınız bu yazı, belirli bir amaç için şuurlu biri
tarafından şuurlu birilerine bir şeyler anlatmak için, harflerin kodlanmasıyla
yazılmıştır.
“Böyle bir giriş de neyin nesi?” demeyin. Bu giriş bina etmek istediğim
gökdelenin temel atma merasiminden ibarettir. Bize sonsuz gibi gelen bu evrenin
şuurlu yüce bir varlık tarafından ince ince tasarlanıp, şuurlu birilerine bir şeyler
anlatmak için yaratıldığını anlatmak için buradan başlamam gerekiyordu.
Yaklaşık iki asır önce temellendirilmeye çalışılan evrim teorisi hala
kanunlaşamdı ama ne yazık ki bilim çevrelerinde adeta kanunlaşmış muamelesi
görüyor ve modern biyolojinin temel taşı olarak kabul ediliyor. Bu teoriye göre
canlı türleri nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı
özellikler kazanmış ve yeni türleri doğurmuştur. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve tek
hücreliler olmak üzere yeryüzündeki tüm canlıların kökeni kendilerinden önce
yaşamış türlere dayanır. Ayırt edilebilir farklılıklar, başarılı nesillerde meydana
gelmiş genetik değişikliklerin bir sonucudur ve canlı popülasyonlardaki bu genetik
kompozisyon rastgele mutasyonlar yoluyla zamanla değişmiştir. Evrimin mantığı
özetle bundan ibarettir.
Son yıllarda batı dünyası biyolojide “Bilinçli Tasarım Teorisi” adlı yeni bir
yaklaşımı ders kitaplarına aldığı halde bizim biyoloji öğretmenlerimizin kahir
ekseriyeti böyle bir yaklaşımdan maalesef habersiz. Profesör Michael Bihi bu
yaklaşımın öncülüğünü yapıyor ve “Darwin’in Kara Kutusu” adlı kitabını batı
bilim çevrelerinde okumayan kalmadı.
Bu haftaki yazımızda evrim teorisinin mantığını farklı bir açıdan irdelemeye
çalışacağız.
Son model bir arabanın çalışması için bütün parçalarının kusursuz bir
şekilde, aynı anda birbirleriyle uyumlu, bir arada olma zorunluluğu nasıl varsa
canlı yapılardaki organların da, hayatın devam edebilmesi için mutlaka aynı anda
bir arada olma zorunluluğu vardır. O arabanın herhangi bir parçası çıkarıldığında,
bütün işlevsellik kaybolur.
Bir aminoasidin, doğal seçilimle adım adım ilerleyerek, hücrenin hayatını
devam ettirmesi için muhakkak bütün olarak bir arada olması gerekliyken,
organellerin zamanla adım adım oluştuğu iddiası bilim değil tam bir hurafedir.
Doğal seleksiyon tezine göre ilkel ve işlevini yitirmiş organlar, zamanla yok
olmaya mahkûmdur. Doğal seleksiyonun bu olmazsa olmaz prensibine göre
organlar, nasıl oluyor da işlevsiz bir ilkellikten mükemmelliğe gidiyor? Üstelik
bütün bu organlar, evrendeki diğer varlıkların da farkında olmak zorundadır.
Hâlbuki dikkatle incelendiğinde insandaki organlarla evren arasında bir giriftlik
olduğu anlaşılacaktır. Bu da bilinçli bir organizasyonu gerektirir. Bütün bu
unsurlar arası organize faaliyetin fâili, kör rastlantılar olamaz. Çünkü kâinattaki bu
muazzam faaliyeti yönetmek, atomlardan oluşan bütün yapıların bilgisine sahip
olmayı, bütün evreni kontrol edebilecek bir irade ve kudreti bünyesinde
barındırmayı zorunlu kılar. Bu sıfatların, evrendeki işleyişini görmemek için kör
olmak lazım. Verdiği meyvenin içeriğinden zerre kadar haberi olmayan odunların,
pergelle çizilmiş şekillere, uyumlu renklere, özgün lezzetlere sahip meyveler
olması bizzat insana hitap ettiğinin göstergesidir. Yani o nazik ve mükemmel
eserler bizzat bilinçli olarak belirlenmiş niteliklere sahiptir. Bu niteliklere sahip
eserlerin yaratıcısı kör ve şuursuz atomlar mıdır? Tam da insanın ağzına layık bu
meyveler kendini bilmeyen ağaç tarafından mı tasarlanmıştır? Yoksa bütün bu
mükemmellikler bir tesadüfün eseri midir?
Bir insan diri olduğu halde aklını ve iradesini ortaya koyup, ölü bir şeye
hayat, ruh, akıl, merhamet, sevgi veremezken, kendisinin bile ne olduğunu
bilmeyen akılsız ve ölü atomlar insana bu hayatı, ruhu ve bu manevî duyguları
nasıl verebilsin? Böyle bir deli saçması nasıl bilim olabilir?
Gözünü, kulağını, ciğerini, beynini, kalbini insan kendisi mi yaptı? Herkes
biliyor ki, bunların hiçbirinde, insanın zerre kadar müdahalesi yoktur. Eğer bu
organları gerçekten insan yapmış olsaydı onların nasıl yapıldığını da bilmesi
gerekirdi. Yapanın, yaptığı şeyi bilmesinden daha mantıklı ne olabilir? İnsan
vücudu, kasti bir şekilde bilerek, görerek yapılmıştır. Çünkü her organımız, belirli
bir amaç ve görev üzerine programlanıp inşa edilmiştir.
İnsan gibi akıllı bir dirinin bilemediğini, kendisini meydana getiren akılsız,
ölü atomlar bilmiş olabilir mi? Kendini dahi bilmeyen her şeyi nasıl bilsin?
Kendini dahi görmeyen, her şeyi nasıl görsün? O koskoca beyniyle, o muhteşem
aklıyla insanın yapamadığını akılsız, beyinsiz atomlar nasıl yapsın? Tabiat ana ya
da evrim baba hangi akılla, hangi ilimle yaptı bütün bunları? Bir şeyde akıl varsa,
onda hayat da vardır. Bilme ve görmenin olduğu yerde hayat da olmak zorundadır.
Evrim denen şu hurafeye bakar mısınız, teoriye önce tesadüfle başlayıp,
sonra tesadüfü de reddediyor ve atomlara ilahlık verip, bizzat bilerek yapılmayı
kabul ediyor. Sonra bunu da reddedip, hiçbir maddî, manevî vücudu olmayan
zamanı ilahlaştırıyor. Kuşlar, kendilerine uygun gagalar ve kanatlar oluşturdu
diyor. İnsan bu muazzam uzayı keşfeden aklıyla ve bu kadar sanatları yapan
ilmiyle bir sivrisinek kadar olamadı öyle mi? Binlerce yıldır hala kanatları yok.
Kanatlı olup uçmayı insandan başka isteyen bir canlı var mıdır? Küçücük, bir gram
bile olmayan beyniyle bir tırtıl kelebeğe dönüşüp uçuyor bunu beceriyor, insan
koca beyniyle değil kendini bir şeye çevirmek, bir beyaz kılını siyaha bile
çeviremiyor!
Ayı, balık tutmaya çalışırken balinaya dönmüş, şu saçmalığa bakar mısınız?
Bir insan nasıl olur da kendini böyle akılsızca kandırabilir? Binlerce yıldır sularda
boğularak hayatını yitiren milyonlarca insan bir ayının, yakalamak istediği balığın
derdine düştüğü kadar canının derdine düşemedi mi? Aklını kullanıp balığa
dönüşemedi, bu kadar üstün özellikleriyle bir ayı kadar olamadı öyle mi?
Ağaçlar, tohumlarını yaymak için insanların ve hayvanların hoşuna gidecek
meyveler yapmış. Bir insan, hurafe fikirlerle insanlığını inkâr edip bu derece
küçülebilir mi? İnsan, tanımadığı bir hayvanın, hangi besinleri yiyip, hangi tat ve
kokulardan hoşlandığını bilemediği halde, nasıl oluyor da akılsız ağaçlar,
insanların ve hayvanların, hangi besin, tat ve kokulardan hoşlandığını biliyor da bu
meyveleri tasarlıyor?
Evrim teorisi adı üstünde hala teori, iki asırdan beri bilim dünyasında
tartışılıyor ama kanunlaşamadı. Hiçbir bilimsel teorinin kanunlaşması bu kadar
zaman almamıştır. Eğer bilim varsa formül vardır, formül yoksa orada asla bilim
yoktur. Evrim eğer bilim olsaydı mutlaka bir formülü olmak zorundaydı. O formül
de “zaman=başkalaşım” olacaktı. Bu durumda hiçbir canlı türü milyonlarca belki
milyarlarca yıl bulunduğu konumda kalamayacaktı. Fosil bilimi bu tezi tamamen
çürütmüştür. Tonlarca fosil çıkarmışlar ama sonuç değişmemiştir. Yüz milyonlarca
yıllık fosiller bugünkülerle tıpa tıp aynı, hiçbir değişiklik yok.
Bilim dünyası neyi bekliyor merak etmiyor musunuz? Ben söyleyeyim;
bilimsel araştırmalarda varsayımdan yola çıkan bu çevreler, konu Allah olunca
yoksayıma sığınıyorlar. Akıllı ve şuurlu bir insanın bütün bunlara iman edip
Allah’ı inkâr ettiğine inanabiliyor musunuz?
Evrimin olmazsa olmaz ilkesi doğal seleksiyondur. Yani faydalıyı al,
faydasızı at. O zaman bu ağaçlar, bu bitkiler milyonlarca yıldır bu meyvelerin,
çiçeklerin ve tohumların kendi işlerine yaramadığını hala anlayamadılar mı? Hiçbir
ağaç kendi meyvesini yemediği gibi, hiçbir bitki çiçeğini görmez ve koklamaz ve
benim neslim devam etsin diye bir gaye gütmez.
Bir gözlük düşünün! Bir gözlük, kullanıcısının göz kusurunu bilerek yüz
ergonomisini de dikkate alarak bilinçli biri tarafından belli bir amaç için
tasarlanmış basit bir aygıttır. Böyle basit bir aygıtta bile asla tesadüf yoktur.
Sadece bir mercek ve bir çerçeveden oluşturulmuş basit bir gözlükle mükemmel
bir gözün girift yapısını kıyaslayın o halde. Sıradan bir gözlük yapılmıştır ama
insan aklının sırrını hala çözemediği mükemmel bir göz basit bir tesadüfün eseridir
öyle mi? Bir iğneyi ustaya teslim et de muazzam bir uçağın ustasız olduğunu iddia
et! Bu ne yaman bir çelişkidir?”
Tesadüf gaye güder mi, mükemmellik davasında bulunabilir mi? Bu gaye ve
hikmeti kasteden atomlar da olmaz. Çünkü bu hikmet ve gayeyi güden atomlar
olsaydı her bir atomun sonsuz kudret, ilim ve irade sahibi birer ilah olması
gerekirdi. Eğer bu gayeyi güden evrimdir diyorsanız, hiçbir maddi ve manevi
vücudu olmayan zamanı her şeye hükmeden sonsuz ilim, kudret, irade, kerem ve
rahmet sahibi bir ilah yapmış olursunuz. Bu bir taraftan görmediğim şeye inanmam
diyen insanların Allah davası gütmesi gibi bir şeydir. Şimdi Allah’ın ismini
değiştirip haşa evrim mi yapalım?
Hurafeleri ağaçlara çaput bağlamak ve gece tırnak kesmekten ibaret
zannediyorsanız yanılıyorsunuz. En büyük hurafe bilimsel kisveye bürünmüş bu
evrim safsatasına inanmaktır. Sizin batıl inançlarınız yoktur umarım. Selam ve
sevgiler…