Bilimsel Hurafe

01 Eyl 2015 - 13:05 YAYINLANMA

Şu an okumaya başladığınız bu yazı, belirli bir amaç için şuurlu biri 

tarafından şuurlu birilerine bir şeyler anlatmak için, harflerin kodlanmasıyla 

yazılmıştır. 

“Böyle bir giriş de neyin nesi?” demeyin. Bu giriş bina etmek istediğim 

gökdelenin temel atma merasiminden ibarettir. Bize sonsuz gibi gelen bu evrenin 

şuurlu yüce bir varlık tarafından ince ince tasarlanıp, şuurlu birilerine bir şeyler 

anlatmak için yaratıldığını anlatmak için buradan başlamam gerekiyordu.

Yaklaşık iki asır önce temellendirilmeye çalışılan evrim teorisi hala 

kanunlaşamdı ama ne yazık ki bilim çevrelerinde adeta kanunlaşmış muamelesi 

görüyor ve modern biyolojinin temel taşı olarak kabul ediliyor. Bu teoriye göre 

canlı türleri nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk halinden farklı 

özellikler kazanmış ve yeni türleri doğurmuştur. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve tek 

hücreliler olmak üzere yeryüzündeki tüm canlıların kökeni kendilerinden önce 

yaşamış türlere dayanır. Ayırt edilebilir farklılıklar, başarılı nesillerde meydana 

gelmiş genetik değişikliklerin bir sonucudur ve canlı popülasyonlardaki bu genetik 

kompozisyon rastgele mutasyonlar yoluyla zamanla değişmiştir. Evrimin mantığı 

özetle bundan ibarettir.

Son yıllarda batı dünyası biyolojide “Bilinçli Tasarım Teorisi” adlı yeni bir 

yaklaşımı ders kitaplarına aldığı halde bizim biyoloji öğretmenlerimizin kahir 

ekseriyeti böyle bir yaklaşımdan maalesef habersiz. Profesör Michael Bihi bu 

yaklaşımın öncülüğünü yapıyor ve “Darwin’in Kara Kutusu” adlı kitabını batı 

bilim çevrelerinde okumayan kalmadı.

Bu haftaki yazımızda evrim teorisinin mantığını farklı bir açıdan irdelemeye 

çalışacağız.

Son model bir arabanın çalışması için bütün parçalarının kusursuz bir 

şekilde, aynı anda birbirleriyle uyumlu, bir arada olma zorunluluğu nasıl varsa 

canlı yapılardaki organların da, hayatın devam edebilmesi için mutlaka aynı anda 

bir arada olma zorunluluğu vardır. O arabanın herhangi bir parçası çıkarıldığında, 

bütün işlevsellik kaybolur.

Bir aminoasidin, doğal seçilimle adım adım ilerleyerek, hücrenin hayatını 

devam ettirmesi için muhakkak bütün olarak bir arada olması gerekliyken, 

organellerin zamanla adım adım oluştuğu iddiası bilim değil tam bir hurafedir. 

Doğal seleksiyon tezine göre ilkel ve işlevini yitirmiş organlar, zamanla yok 

olmaya mahkûmdur. Doğal seleksiyonun bu olmazsa olmaz prensibine göre 

organlar, nasıl oluyor da işlevsiz bir ilkellikten mükemmelliğe gidiyor? Üstelik 

bütün bu organlar, evrendeki diğer varlıkların da farkında olmak zorundadır. 

Hâlbuki dikkatle incelendiğinde insandaki organlarla evren arasında bir giriftlik 

olduğu anlaşılacaktır. Bu da bilinçli bir organizasyonu gerektirir. Bütün bu 

unsurlar arası organize faaliyetin fâili, kör rastlantılar olamaz. Çünkü kâinattaki bu 

muazzam faaliyeti yönetmek, atomlardan oluşan bütün yapıların bilgisine sahip 

olmayı, bütün evreni kontrol edebilecek bir irade ve kudreti bünyesinde 

barındırmayı zorunlu kılar. Bu sıfatların, evrendeki işleyişini görmemek için kör 

olmak lazım. Verdiği meyvenin içeriğinden zerre kadar haberi olmayan odunların, 

pergelle çizilmiş şekillere, uyumlu renklere, özgün lezzetlere sahip meyveler 

olması bizzat insana hitap ettiğinin göstergesidir. Yani o nazik ve mükemmel 

eserler bizzat bilinçli olarak belirlenmiş niteliklere sahiptir. Bu niteliklere sahip 

eserlerin yaratıcısı kör ve şuursuz atomlar mıdır? Tam da insanın ağzına layık bu 

meyveler kendini bilmeyen ağaç tarafından mı tasarlanmıştır? Yoksa bütün bu 

mükemmellikler bir tesadüfün eseri midir?

Bir insan diri olduğu halde aklını ve iradesini ortaya koyup, ölü bir şeye 

hayat, ruh, akıl, merhamet, sevgi veremezken, kendisinin bile ne olduğunu 

bilmeyen akılsız ve ölü atomlar insana bu hayatı, ruhu ve bu manevî duyguları 

nasıl verebilsin? Böyle bir deli saçması nasıl bilim olabilir?

Gözünü, kulağını, ciğerini, beynini, kalbini insan kendisi mi yaptı? Herkes 

biliyor ki, bunların hiçbirinde, insanın zerre kadar müdahalesi yoktur. Eğer bu 

organları gerçekten insan yapmış olsaydı onların nasıl yapıldığını da bilmesi 

gerekirdi. Yapanın, yaptığı şeyi bilmesinden daha mantıklı ne olabilir? İnsan 

vücudu, kasti bir şekilde bilerek, görerek yapılmıştır. Çünkü her organımız, belirli 

bir amaç ve görev üzerine programlanıp inşa edilmiştir.

İnsan gibi akıllı bir dirinin bilemediğini, kendisini meydana getiren akılsız, 

ölü atomlar bilmiş olabilir mi? Kendini dahi bilmeyen her şeyi nasıl bilsin? 

Kendini dahi görmeyen, her şeyi nasıl görsün? O koskoca beyniyle, o muhteşem 

aklıyla insanın yapamadığını akılsız, beyinsiz atomlar nasıl yapsın? Tabiat ana ya 

da evrim baba hangi akılla, hangi ilimle yaptı bütün bunları? Bir şeyde akıl varsa, 

onda hayat da vardır. Bilme ve görmenin olduğu yerde hayat da olmak zorundadır.

Evrim denen şu hurafeye bakar mısınız, teoriye önce tesadüfle başlayıp, 

sonra tesadüfü de reddediyor ve atomlara ilahlık verip, bizzat bilerek yapılmayı 

kabul ediyor. Sonra bunu da reddedip, hiçbir maddî, manevî vücudu olmayan 

zamanı ilahlaştırıyor. Kuşlar, kendilerine uygun gagalar ve kanatlar oluşturdu 

diyor. İnsan bu muazzam uzayı keşfeden aklıyla ve bu kadar sanatları yapan 

ilmiyle bir sivrisinek kadar olamadı öyle mi? Binlerce yıldır hala kanatları yok. 

Kanatlı olup uçmayı insandan başka isteyen bir canlı var mıdır? Küçücük, bir gram 

bile olmayan beyniyle bir tırtıl kelebeğe dönüşüp uçuyor bunu beceriyor, insan 

koca beyniyle değil kendini bir şeye çevirmek, bir beyaz kılını siyaha bile 

çeviremiyor!

Ayı, balık tutmaya çalışırken balinaya dönmüş, şu saçmalığa bakar mısınız? 

Bir insan nasıl olur da kendini böyle akılsızca kandırabilir? Binlerce yıldır sularda 

boğularak hayatını yitiren milyonlarca insan bir ayının, yakalamak istediği balığın 

derdine düştüğü kadar canının derdine düşemedi mi? Aklını kullanıp balığa 

dönüşemedi, bu kadar üstün özellikleriyle bir ayı kadar olamadı öyle mi?

Ağaçlar, tohumlarını yaymak için insanların ve hayvanların hoşuna gidecek 

meyveler yapmış. Bir insan, hurafe fikirlerle insanlığını inkâr edip bu derece 

küçülebilir mi? İnsan, tanımadığı bir hayvanın, hangi besinleri yiyip, hangi tat ve 

kokulardan hoşlandığını bilemediği halde, nasıl oluyor da akılsız ağaçlar, 

insanların ve hayvanların, hangi besin, tat ve kokulardan hoşlandığını biliyor da bu 

meyveleri tasarlıyor?

Evrim teorisi adı üstünde hala teori, iki asırdan beri bilim dünyasında 

tartışılıyor ama kanunlaşamadı. Hiçbir bilimsel teorinin kanunlaşması bu kadar 

zaman almamıştır. Eğer bilim varsa formül vardır, formül yoksa orada asla bilim 

yoktur. Evrim eğer bilim olsaydı mutlaka bir formülü olmak zorundaydı. O formül 

de “zaman=başkalaşım” olacaktı. Bu durumda hiçbir canlı türü milyonlarca belki 

milyarlarca yıl bulunduğu konumda kalamayacaktı. Fosil bilimi bu tezi tamamen 

çürütmüştür. Tonlarca fosil çıkarmışlar ama sonuç değişmemiştir. Yüz milyonlarca 

yıllık fosiller bugünkülerle tıpa tıp aynı, hiçbir değişiklik yok.

Bilim dünyası neyi bekliyor merak etmiyor musunuz? Ben söyleyeyim; 

bilimsel araştırmalarda varsayımdan yola çıkan bu çevreler, konu Allah olunca 

yoksayıma sığınıyorlar. Akıllı ve şuurlu bir insanın bütün bunlara iman edip 

Allah’ı inkâr ettiğine inanabiliyor musunuz?

Evrimin olmazsa olmaz ilkesi doğal seleksiyondur. Yani faydalıyı al, 

faydasızı at. O zaman bu ağaçlar, bu bitkiler milyonlarca yıldır bu meyvelerin, 

çiçeklerin ve tohumların kendi işlerine yaramadığını hala anlayamadılar mı? Hiçbir 

ağaç kendi meyvesini yemediği gibi, hiçbir bitki çiçeğini görmez ve koklamaz ve 

benim neslim devam etsin diye bir gaye gütmez.

Bir gözlük düşünün! Bir gözlük, kullanıcısının göz kusurunu bilerek yüz 

ergonomisini de dikkate alarak bilinçli biri tarafından belli bir amaç için 

tasarlanmış basit bir aygıttır. Böyle basit bir aygıtta bile asla tesadüf yoktur. 

Sadece bir mercek ve bir çerçeveden oluşturulmuş basit bir gözlükle mükemmel 

bir gözün girift yapısını kıyaslayın o halde. Sıradan bir gözlük yapılmıştır ama 

insan aklının sırrını hala çözemediği mükemmel bir göz basit bir tesadüfün eseridir 

öyle mi? Bir iğneyi ustaya teslim et de muazzam bir uçağın ustasız olduğunu iddia 

et! Bu ne yaman bir çelişkidir?”

Tesadüf gaye güder mi, mükemmellik davasında bulunabilir mi? Bu gaye ve 

hikmeti kasteden atomlar da olmaz. Çünkü bu hikmet ve gayeyi güden atomlar 

olsaydı her bir atomun sonsuz kudret, ilim ve irade sahibi birer ilah olması 

gerekirdi. Eğer bu gayeyi güden evrimdir diyorsanız, hiçbir maddi ve manevi 

vücudu olmayan zamanı her şeye hükmeden sonsuz ilim, kudret, irade, kerem ve 

rahmet sahibi bir ilah yapmış olursunuz. Bu bir taraftan görmediğim şeye inanmam 

diyen insanların Allah davası gütmesi gibi bir şeydir. Şimdi Allah’ın ismini 

değiştirip haşa evrim mi yapalım? 

Hurafeleri ağaçlara çaput bağlamak ve gece tırnak kesmekten ibaret 

zannediyorsanız yanılıyorsunuz. En büyük hurafe bilimsel kisveye bürünmüş bu 

evrim safsatasına inanmaktır. Sizin batıl inançlarınız yoktur umarım. Selam ve 

sevgiler…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: