Aşkların En Yücesi

03 Ara 2015 - 15:08 YAYINLANMA

Derin bir besmele çekelim sonra da çiçek ve böceklerle uğraşmanın abesle iştigal olduğunu iddia eden ve bu tefekkürlerimize burun kıvıran Müslüman kardeşlerime bir iki kelam ederek başlayalım. Ümmetin iman değil şuur sorunu olduğunu savunan bu kardeşlerime diyorum ki, şuursuzluk iman zafiyeti hastalığının birinci ve en önemli belirtisidir. Rabbimiz ezeli ilmiyle her şeyi en ince ayrıntısına kadar bildiği için bu kronik hastalığın reçetesini yüce Kitabımızda ayrıntılarıyla beyan etmiştir. “Ey iman edenler! İman ediniz!” Bu ilahi emirde muhatap kitle belli değil mi? “İman ettiğini zanneden kullarım, yarattıklarıma bakıp tefekkür edin ve yeniden iman edin!” demek istemiyor mu Rabbimiz?  Allah’ı ve yarattığı bu âlemin yaratılmışlığını hissedebiliyor muyuz? Dalından kopardığımız bir meyveyi bize Allah uzatıyormuş gibi alabiliyor muyuz? Gökyüzüne baktığımızda Allah’ın kudret ve azametini hissetmek yerine “bugün hava açık şemsiye almama gerek yok” diye faydacı mı düşünüyoruz. Yoksa? Eğer durum böyleyse ateşin yaktığını biliyoruz ama henüz yanmamışız demektir. Pencereye sırtımızı verip dışarı çıkamıyorsak, artık pencereden kâinata bakmaya başlamanın zamanı gelmiştir. Ümmi bir peygambere her şeyden önce “Oku” diye emretmişse yüce yaratan, bu emirden maksadın kâinatı okumak olduğunu bilmemiz gerekir. “Ve Rabbinin nimetini anlat!” emri omuzlarımıza önce “tefekkür” sonra da “tebliğ” görevini yüklemiştir. İman zafiyeti hastalığının tedavisinde uygulanacak yöntem de bellidir. Tefekkür serumunu şahdamarımıza zerk edip “şeytan” virüsünü kanımızdan atmaktan ve bu amansız sendromu rehabilite etmekten başka çaremiz yok. Bunu yapamazsak bir avuç siyonistin elinde kukla olmaktan kurtulamayız. 

 

Allah’ın kutlu elçisi Mekke’yi fethetmeye Hira’daki tefekkürle başlamadı mı? Hira aşamasını bitirdik mi ki, diğer aşamalara geçiyoruz. Kar yağıyor mu yoksa yağdırılıyor mu? Bunu anlamak için kar tanelerindeki birbirine asla benzemeyen altıgen kristalleri tefekkür etmeden bir arpa boyu ilerleyemeyiz. Ümmetin şuuru kuşanması için yeri, göğü, çiçeği, böceği kısacası kâinatı tefekkür edip aynadaki güneşten yola çıkarak başını kaldırıp güneşe bakmayı öğrenmesi gerekir. Şimdi doğadaki çiçeklere, böceklere, kuşlara ve onların muhteşem renklerine bakar mısınız? Gözlerimiz olmasaydı bu muhteşem çiçeklerin ve hayvanların böyle renklendirilip nakış nakış süslenmesinin bir anlamı olur muydu? Hem renkleri hem de bu gözleri yaratanın aynı kudret olduğunu anlamak için alışkanlık körlüğü hastalığından kurtulmamız gerekir. Bize gören gözler vermiş, bu canlıları da rengârenk nakışlarla yaratmış ki birbirine cevap olsun. Göz görme kastıyla yapılmış, bu çiçekler ve böcekler de kesin olarak görülüp hayran kalınsın diye kasten renklendirilmiştir. O halde ikisini yaratan da aynı sonsuz kudrettir. Yani rayları yapanla treni yapan aynı mühendistir öyle değil mi? Çiçeğin göremediğimiz alt kısmı neden daha donuk, rengârenk bir kuşun kanatlarının görünmeyen iç kısmı neden soluk hiç düşündünüz mü? Görünen kısmını renklendiren yüce yaratan görünmeyen kısmı renklendirmekten hâşâ aciz mi? Asla! O “ol” der ve olur. Rabbim demek istiyor ki, “bak sadece görünen kısmını renklendirdim ki gözüne cevap olduğunu anlayasınız.” Kuşun kendi kanadının altını daha soluk bıraktığını zanneden evrimciler gibi kuş beyinli olamayız aziz kardeşlerim. Tekrar çiçeklere dönelim,  neyin ifadesidir çiçekler? Sadece meyvelerin oluşması için arıları ve böcekleri toz alış verişine davet eden gösterişli bir tuzaktan mı ibarettir çiçekler? Meyvesi olmayan çiçekler de var mesela, bu çiçekler neyin ifadesidir o hâlde? Allah’ın gülü yaratması ne ifade ediyor insanlar için? Önce şeytanı taşlayıp sonra bunu tefekkür etmeye başlayalım. Yoksul bir adamın kapısına bir torba patates asıp kapısını çaldıktan sonra uzaklaşsanız ne düşünür bu adam? “Yoksul olduğumu bilen biri sadaka bırakmış, Allah razı olsun” der, torbayı alıp içeri geçer. Ama aynı kapıya bir demet gül bırakıp, kapıyı çaldıktan sonra uzaklaşırsanız adam bunu muhtemelen mahremine göz koymak olarak değerlendirecek, peşinize düşüp bunun hesabını soracaktır. O hâlde çiçekler sevginin ifadesidir. Tüm insanlar, şeytan ve nefis dahi şahitlik ediyor ki çiçekler mutlak olarak sevginin ifadesidir. Bu bütün insanlığın ittifak ettiği bir gerçektir. Sen aklın ve kalbinle bu ittifak edilen gerçeğin neresindesin? Bütün mesele bunu layıkıyla tasdik edip hissetmektir. Çiçekler Allah’ın “vedûd”, “maruf” ve “hakîm” sıfatlarının tezahürüdür. Yani seven ve sevdiren, kendisine âşık eden, kendisini tanıttıran ve hikmetle yaratan bir Rabbimizin olduğunun ispatıdır bu. “Her cemal ve kemal sahibi kendisini bir aynada görmek ve göstermek ister” sırrınca çiçekler insanın gözüne, insanın sinesindeki aşka ve muhabbete yani insanın ruhuna hitap etsin diye yaratılmıştır. Çiçeğin kendi zatı için hiçbir anlamı yoktur. Kendi zatı için hiçbir şey ifade etmez. Ama kesin olarak sevginin, sevdirmenin apaçık ifadesidir çiçekler. Gözü yok ki kendisindeki renkleri ve süslemeleri görsün, burnu yok ki o güzel kokuları koklasın. Çiçeğin sapı bunu düşünmez ki. Kendisini bile bilmiyor ve göremiyor senin ruhunu nasıl bilsin ve görsün de ona göre o çiçeği yapsın! Çiçeğin kökü gayeli, gövdesi, dalları ve yaprakları da gayeli, bunların hepsi çiçek için. Peki, çiçek ne için? Bütün bu vasıtalar çiçek için gayeli olacak ama çiçek gayesiz olacak bu mümkün mü? O kadar intizamlı ve nazenin bir şekilde tasvir edilecek, tezyin edilip süslenecek, boyanacak ama anlamsız ve gayesiz olacak öyle mi? Şimdi o ‘vedûd’ ve ‘maruf’ kim? Çiçeğin sapı mı?  ‘Bana gel, beni tanı, beni sev!’ diyen kim? Ya çiçektir bunu diyen ya da Allah’tır. Çiçeğin böyle bir kaygısı olmadığına göre bu hitabın sahibi bizzat Allah’tır. Sen bu hitabın muhatabı olma konusunda ne yapıyorsun, bu davetin hakkını veriyor musun? Allah aşkını dünya sevgilerine yeğliyor musun, yeğlemiyor musun? 

 

Sana bir çiçek sunduklarında bütün duyguların kabarırken yeryüzünün bütün çiçeklerini, gökyüzünün yıldızlarını, dağları, denizleri, baharları ve daha nice nimetleri sana sunana karşı duyguların kabarıyor mu kabarmıyor mu? Bütün mesele bundan ibarettir. Eğer bu davetin hakkını veremiyorsak vay hâlimize! Zira kalpteki nur Allah’ın aynasıdır. Şunu unutmayalım, bir aynada iki yüze üst üste birden bakılmaz. Allah’ı seviyor muyuz? Evet, ama bu sevginin miktarı bizim şuur düzeyimizi belirleyecek. Yoğunlaşmış sevgiye “aşk” denir ve aşkların en yücesi Allah aşkıdır. Allah aşkına kardeşlerim, bu aşkı kalbinizin derinliklerinde hissetmek için çiçekleri düşünmekten vazgeçmeyin. 

Selam ve dua ile…

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: