Alışkanlık Körlüğü Ve İnanç Zaafiyeti
Karadeniz’e giden bozkırlı bir ahbabı Temel’e “şu ormanın güzelliğine bakar mısın?” dediğinde aldığı cevap manidardır: “Ağaçlardan hiçbir şey göremiyorum!”
İnsan zihni yaşadığı alışkanlıklara o denli kapılıp gider ki farkındalık ortadan kalkar. Bu durum ufuk genişliğini de alır götürür, farklıyı yakalayıp yeni çözüm arayışlarını da bertaraf eder. Satın aldığımız ikinci el bir otomobilde düzeltilmesi gereken onlarca şey bulabiliriz, önceki sahibiyse “ben bunları neden fark edemedim” demekten kendini alamaz. Böyle bir alışkanlık körlüğüne hayatımızı teslim edemeyiz. Bu tavır insanı tefekkür körlüğüne götürüyorsa ve ciddi konularda heyecanımızı alıp bizi bir çeşit bitkisel hayata mahkûm ediyorsa çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir.
Mehtaplı bir gecede dolunayın ortalığı gizemli bir güzelliğe evirdiğini fark edememek insanı ruhsuzlaştırmaz da ne yapar? Ay biteviye hep aynı yerden doğuyor belli evrelerden geçip aylık sürecini tamamlıyor. Allah’ın kendisi için koyduğu yasalara tabi oluyor. Peki, mesela kuzey yönünde yirmi ay büyüklüğünde kızıl gezegen Mars doğsaydı neler hissederdik bir düşünün! Kıyamet kopuyor diye secdelere kapanırdık. Şu an yanımızda bir anda bizden bir tane daha yaratılsa şok olurduk.
Aynaya baktığımızda, bir tane yaratılmış olduğunu fark edemiyor ve umursamıyoruz bile.Allah bize iki göz vermiş, ‘bunlar ne işe yarar’ diye sormuyoruz. Bakıp geçiyoruz. Allah bize binlerce renkle, ahenkle boyadığı çiçekle, böcekle, rengârenk kuş ve hayvanlarla, dağlarla, denizlerle, muhteşem manzaralarla, gökteki ayla yıldızla ve güneşin ışığıyla bu gözlere cevap vermiş.Kulak vermiş, dil vermiş, burun vermiş; binlerce nezih tatlarla, nefis kokularla, rüzgârın uğultusuyla, yağmurun sesiyle, şelalenin şırıltısıyla, kuşların nağmeli cıvıltısıyla cevap vermiş. Vücudun organlarıyla birbirine cevap vermiş, elimizin, parmaklarımızın, tırnaklarımızın şekliyle cevap vermiş. Erkeğe dişiyle, dişiye de erkekle cevap vermiş. Kuşların kanadına havayla, balıkların yüzgecine suyla, yürüyenlere karayla cevap vermiş. Bizden de bu gerçeklerin birbirine cevap olduğunu bilmemizi ve her şeyi aslına döndürmemizi istemiş. İnsana sonsuz bir zaaf ve acziyet vermiş, sonsuz bir karanlık vermiş. İnsandaki bu sonsuz zafiyete sonsuz kudret, rahmet ve keremiyle, yani bizzat kendisiyle cevap vermiş. İnsana muazzam bir merak duygusu vermiş, cevap bulamadığında dehşetli ve manevi bir azaba dönen bir merak duygusu… “Ben neyim, nereden geldim, nereye gideceğim, bizden ne isteniyor, nedir bu âlem, bu kavuşmak ve ayrılmak nedir, bu doğmak ve ölmek nedir?” Aynen açlık ve susuzluğa binlerce yiyecek ve içecekle; göze, kulağa, ağza, burna muhteşem cevaplar verdiği gibi, bu merak duygusuna da her millete gönderdiği elçilerle ve apaçık ayetlerle mükemmel cevaplar vermiş. Bir dildeki tat alma duyusuna binlerce tatla cevap veren Allah’ın, insanın en güçlü arzusuna cevap vermemesi mümkün müdür?
İnsan gibi eşrefi mahlûkat bir varlık şu kısa dünya hayatı için yaratılmış olabilir mi, ebedi bir hayata layık değil midir? Bu fani bedenin isteklerine sonsuz kudret ve rahmetiyle binlerce cevap veren Allah insanın ebediyet arzuna kayıtsız kalır mı? Bu sonsuzluk isteğine cennetle cevap vermiş.
Onu hafife alıp zulmedene de, yakıtı insanlar ve taşlar olan sonsuz bir cehennemle cevap vermiş. İnsan bu kadar zulmetsin de Allah o zulümlere kayıtsız kalsın, bu mümkün müdür? Bütün bu soru ve cevapların hepsi tek bir soruda toplanmış: “Elestü bi rabbiküm” ben sizin rabbiniz değil miyim? “Ey bu kadar suallerine binlerce muazzam cevap verdiğim insan, seni Rabbine karşı aldatan nedir? Ben senin Rabbin değil miyim?” demiş. İnsan da Rabbine başta namaz olmak üzere güzel bir imanla, halis bir niyetle karşılık verirse, hiç kimsenin zelil edemeyeceği bir izzetle aziz eder insanı. Hiç kimsenin kirletemeyeceği bir temizlikle arındırır.Sen Allah’ı seversen, Allah da seni sever; üzerine yağmurlar gibi ölümler yağsa, belalar seller gibi üstüne gelse ne olur, ölümün öldüğü yer olursun. Kimini öldürmeye gelir ölüm, kiminde ölmeye gelir. Hayatında hayatını veren olmadıktan sonra yaşayıp da ne yapacaksın? Sana bu aşkı verenle bu aşkı yaşamadıktan sonra hangi zavallıyla nereye kadar sevecek, nereye kadar yaşayacaksın? Yarınlara taşıyamadığın mutlulukların ne anlamı kalır? Ölümü yaratan için ölmedikten sonra neye yarar ölüm? Unutma bir gün mutlaka gerçek bir ölümle öleceksin, öyle bir yaşa ki yaşadığına değsin, öyle birini sev ki sevdiğine değsin, öyle biri için öl ki öldüğüne değsin. Şunu bil ki, bir daha asla bu dünyaya gelmeyecek, burada asla olmayacaksın ve ölüm seni bir gün mutlaka yakalayacak. Toprağın altında yatanları bir düşün! Ümitler, sevgiler, hayaller, emeller, arzular hepsi toprağın altında değil mi? Bütün gelecekler yakındır, geçmiş geleceğin aynasıdır ve senin ömrün sonsuz bir çizgi üstünde küçücük bir noktadır. Allah demek istiyor ki, sualime benim için cevap ver, seni sonsuz bir mutlulukta yaşatacağım, ister kendini çiğne gerçeğe yürü, ister gerçeği çiğne kendi karanlığında perişan ol.”
Alışkanlıklardan kurtulup farkındalığın tadını çıkarmak ümidiyle selam ve sevgiler…