Akıllanan Yaşam

15 Eyl 2017 - 19:01 YAYINLANMA

 

Yani  eğitim şart değil!. Bu önerme, bildiğimiz eğitime karşıdır. Taraftar olduğumuz şey,  salt yaşamaktır. Yaşamak, yaşar gibi değil gerçekten, an’da kalarak yaşamak, eğitim olarak herkese yeter.

 

Diğer taraftan yaşar gibi yaşamak varlığa ihanettir. Vitrine sırtını dönüp dükkanın kapalı olduğunu söylemek; gözü bağlayıp, kulakları geliştirmek; kulakları tıkayıp görüşü artırmayı istemektir.

 

Aklın an’da kıvılcımlar saçması için zihnin an’lar öncesinden sonrasından çekip kurtarılması gerekir. Haylaz çocuk! İşi olmayan yerlere giderek  ortalığı, an’ı karıştırır; yaşamayı taklide  dönüştürür. Sonuç: Zihnini  öncesine kaçıran, geleceğini  kaybeder.

 

Ya şimdi?! Ona ne oldu?

O mu, sizlere ölüm. Sakın yanılmayı  “ölmeden ölünüz”e getirmeyin! Böyle çıkarsama manevi yol değil,  “çevir kazı yanmasın”, olur.

Akıl kendini göstermek için “eşlik” ister. Aklın eşliği zihnin geçmişten toplayıp geleceği belirlediği yüklerden kurtulmak, an’la izdivacıdır. Zihin bu izdivaçta aklın çözümleme, yorumlama, çıkarsama işlevlerine katılır. Firarını, ayrılıkçılığını sonlandırır.

 

Bunları başaramadığımızda bilinen eğitim ile monotonluk diyarlarında tükeneceğiz. Hem de  tükenirken güdüleceğiz. Çünkü monotonluk, güdülmenin kaderidir.

Yaşam başladığından bu yana  olgun ve akıllı mıydı;  yoksa, insanlar gibi  içkinliğindeki  aklı,  zamanla olgunlaştırıp ortaya mı çıkarıyor. Her şey akılla başlayıp, akla dönecek;

Oysa, canlı olmak değişmek demektir. Değişimin küçük adımlarla, zamanın küçük çarkının dönmesiyle işlemesi; sınırlı görüşümüz, duyuşumuzun dışında oluşan gerçeklik ilmikleridir.

 

Akıl var ettiği koşullara yabancılaşamaz; böyle bir var etme içinde de yaşamayı zorunlu kılar. Böylelikle akıl var ettiğiyle “sınanır”. Aşamaları  bütünlüğünün farklı yerlerinde ortaya çıkar; diğer bölümleri kendisine yükseltmeye koyulurken; kendisini de başlattığı koşulların gelişiminde sınayarak koşulları aşıp, “başlangıcı” bulmaya koyulur.

İlerlemeyi denemek budur; kayıplardan çok kazandırıcılığı hep vardır.

 

Yaşamın evreni

Dışişleri Bakanlığımızda 25 yıl süreyle idari ataşelik, yardımcı konsolos olarak görev yapmış; A.B.D. 8 yıl boyunca Expopolitics Insttitute bünyesinde  program çalışmalarına katılıp enstitünün üyeliğine seçilen İzmirli Erhan Kolbaşı nın dünya dışı uygarlıklar konusunda yaptığı araştırmalarını topladığı Galaktik Diplomasi kitabında  değindiği bir çok konudan  biosentrizm isimli kavrayış , göremediğimiz alanlarda dikkat çekici kapıları işaret etmesi paylaşılmaya değer. 

 

“Teoriye göre yaşam ve biyoloji, varoluşun, gerçekliğin, kozmosun merkezidir. Evren yaşamı değil, yaşam evreni yaratıyor. Biosentrizim, fizik dünyaya ait teorilerin  yaşamı, bilinci açıklayamadığı sürece işe yaramadığını, yaramayacağını öne sürüyor. Fizik dalı evrenin incelenmesinde, kimya dalı ise yaşamın incelenmesinde en temel bilimler olarak kabul edilirkenbiosentrizim her şeyi açıklamak üzere biyolojiyi tüm bilim dallarının önüne yerleştirmeye çalışır” ;(http://en.wikipedia.org/wiki/Biocentric _universe).

 

“Biosentrizme göre, DNA, bilinç, fizik dünya arasında  ”çevirmen”  işlevindedir.Eğer bilincin evreni meydana getirdiği tezi doğruysa, DNA nın  evrensel sabit olduğu  kabul edilir.

İnsanlığın bilimi zeki yaşamın belirli koşullarda  olabileceğini ileri sürüyor.Yani yaşam, kuruluşu için çevre hazırdır; çerçeve sabittir. Eğer realitenin temeli  bilinç ise  bilinç kendisini algıladığımız fiziksele boyutta deneyimlediğimiz her şey olarak ortaya koyuyorsa, o zaman fizik evren bilinç tarafından oluşturulmuş yasalara sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. İşin özü, “aslında her şey aynı şeydir. Bu yamlaşımla muazzam uzaklıklara rağmen, zeki yaşamın oluşması için gerekli tüm koşulların evrenin her yerinde  aynı olduğunu, dünya dışı varlıkların en azından temel özellikler bakımından insan benzeri olması gerektiğini düşünebiliriz.

 

Dünyadaki yaşamın asli elementi olan karbonun, evrendeki yaygınlığı  (6.sırada)dikkate alındığında , dünya dışı varlıkların da  karbon temelli (ağırlıklı) yapıya sahip olmaları olasılığı yüksektir.

 

Bu önerme, dış uzaydaki varlıkların insan oğlunun sahip olduğu her bir fiziksel/morfolojik özelliğe sahip bulundukları anlamına gelmez. Bu noktada, dünyanın farklı bölgesinde yaşayan insan toplulukları arasındaki farkları hatırlıyoruz.

 

Biyolojik bakış açısıyla değerlendirdiğimizde , canlılar çevreye  adapte edebildikleri , çevre faktöründeki değişikliklerin canlıların dış görünümünü de değiştirdiğini biliyoruz.  Dünya dışı varlıklar, muhtemelen değişik ekosistem içinde yaşadıklarında,  bizden farklı beden özelliklerine  sahip bulunmaları normal görülmelidir.

 

Sayılan faktörlerden daha önemlisi, ruhsal, fiziksel evrim düzeyinin gereklilikleri  zamanla bazı organların işlevsiz kalarak, işlevi süren, artan farklı organlar güçlenerek genel görünümde öne çıkmış olacaktır. Örneğin, milyonlarca yıl zihin gücü bakımından ilerlemiş uygarlığa ait varlıklar,  bizlerden daha büyük beyne , bedenlerine oranla daha geniş kafatasına (kranyuma) sahip olabilirler. Buna karşın, fiziksel aktivitelerin azalması bağlı olarak bizlere göre daha zayıf kol, bacak yapısının oluşmasını sağlayacaktır. İşlevselliğin benzer etkileri  yine de  temel morfoloji bozmayacaktır.

 

Ruhsal evrim düzeyindeki ilerleme ise (dünyayı ziyaret etmekte olan türlerde gözlemlediğimiz gibi) büyük olasılıkla psişik yeteneklerin olağanüstü gelişmesiyle  sonuçlanacaktır. Böylelikle fiziksel duyu organlarının işlev kaydederek , boyutlarının küçülmesi gerektiği çıkarımını yapabiliriz”;( Galaktik Diplomasi, Erhan Kolbaşı).

 

YORUMLAR

Maksimum karakter sayısına ulaştınız.

Kalan karakter: